"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

O hakikatlere hayatı pahasına riayet etti

26 Mart 2019, Salı
Kendisinin bu sözlerle de ilân ettiği gibi Şeriata ve sünnete uymayı ruhî, aklî, kalbî, hissî, içtimaî hastalıkları iyileştiren çok tesirli birer ilâç olarak görüp hayat hedefi hâline getiren Bediüzzaman ‘zamanın değişmesine, asrın başkalaşmasına, herkesin hayata perestiş etmesine’ bakmadan o hakikatlere hayatı pahasına riayet etti.

***

DİZİ-4-İslam Yaşar

***

Onlarca kitaptan ve binlerce sayfadan müteşekkil Risâle-i Nur Külliyatı’nda Mu’cizât-ı Ahmediye (asm) On Dokuzuncu Söz, On Birinci Lem’a gibi müstakil bahislerin yanı sıra on binlerce defa Hazret-i Muhammed’in (asm) adını zikretmesine rağmen o mübarek ismi bir kere bile tek başına anmayan, adının yerine kullandığı ‘o, onun, zât, hazret’ gibi zamirleri dahi çok sayıda kelime ve terkipten meydana gelen sıfatlarla, tavsiflerle, salât u selâm ifadeleriyle birlikte yazan Bediüzzaman’ın, Habib-i Rabbü’l-âlemini herkesten ve her şeyden çok sevdiği muhakkaktır.

“İnsan sevdiği zâta, eğer benzemek kabilse fıtraten benzemek ister. O’nun (asm) muhabbetine yalnız ittibâ-i Sünnet-i Ahmediye (asm) ile mazhar olunur.”

Said Nursî, bu gibi sözlerde ifadesini bulan Muhabbet-i Muhammediyeyi (asm) öylesine samimî, hâlisâne ve müessir bir şekilde anlattı ki Resullerin ekmeli nübüvvet-i Ahmediyeye (asm) imanın sarsılmaya çalışıldığı, şahsiyet-i Muhammedi’yeye (asm) duyulan ihtiramın, saygının, sevginin tezyif edilmek istendiği bir zamanda; risâlet, mu’cizât ve nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm), ubudiyet-i Ahmediyeyi (asm), şahsiyet, mahiyet ve hakikat-ı Muhammedi’yeyi (asm) ve Âl-i Beyt’e muhabbeti ekseriyet-i beşeriye onun eserlerinden öğrendi.

“Ben şahsımda bilmüşâhede ve zevken, belki bin tecrübâtım var ki mesâil-i Şeriatla Sünnet-i Seniyye düsturları, emrâz-ı rûhiyede ve akliyede ve kalbiyede, husûsan emraz-ı içtimaîyede gayet nâfi birer devadır bildiğimi ve onların yerini başka felsefî ve hikmetli meseleler tutamadığını, bilmüşâhede kendim hissettiğimi ve başkalarına da bir derece risâlelerde ihsâs ettiğimi ilân ediyorum.” (Lem’alar Y. A. N. İstanbul 2005 s: 184)

O HAKİKATLER...

Kendisinin bu sözlerle de ilân ettiği gibi Şeriata ve sünnete uymayı ruhî, aklî, kalbî, hissî, içtimaî hastalıkları iyileştiren çok tesirli birer ilâç olarak görüp hayat hedefi hâline getiren Bediüzzaman ‘zamanın değişmesine, asrın başkalaşmasına, herkesin hayata perestiş etmesine’ bakmadan o hakikatlere hayatı pahasına riayet etti.

Bilhassa çocukluk yıllarında o Hüsn-ü Sireti, Cemal-i Sureti (asm) rüyasında gördükten ve ‘Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâmın talimiyle Kur’ân-ı Hakîmin dersini aldıktan’ sonra bütün sünnetlerini ‘bilfiil, bilkast, binniyet, taraftarâne, iltizamkârâne’ yaşamaya gayret ederek Sünnet-i Seniyyeye ittiba hususunda da ümmete örnek oldu.

“Gençlerinizin en hayırlısı, ihtiyarlarınız gibi ölümü düşünen, gençlik hevesatına mağlûp olmayıp gaflette boğulmayandır. İhtiyarlarınızın en kötüsü gaflet ve nefsin isteklerine uymada gençlere benzemek isteyen, çocukçasına nefsin heveslerine uyandır.” (Câmi’ü’s-Sağir c: 2 s: 366)

Meselâ bu hadis-i şerife öylesine samimî bir hassasiyetle riayet etti ki mü’minlerin gençlik yıllarında ölümü düşünerek kendilerini ihtiyarlığa hazırlamalarını, ihtiyarların da çocukçasına nefsin hevesatına uyarak ‘kötü’ sıfatını almaktan uzak durmalarını sağlamak için daha yaş, vücut, güç, kuvvet itibariyle ihtiyarlamadan 1934 yılında, Isparta’da Yirmi Altıncı Lem’a olarak da adlandırdığı İhtiyarlar Risâlesi’ni telif etti.

Risâlenin daha Birinci Rica’sında ‘Başımdan geçen bazı hâlâtı yazacağım’ diyerek anlattığı hakikatlerin yaşanmış hayat tecrübeleri olduğunu nazara verdi. İhtiyarlamadan ihtiyarlık hâlet-i rûhiyesine girmesinin sebebini de ‘Gerçi daha kendimi ihtiyar bilmiyordum. Fakat Harb-i Umumiyi gören ihtiyardır’ diyerek izah etti.

“Çocukları ihtiyarlatan gün.”

Böyle diyordu Müzzemil Sûresi’nin on yedinci âyet-i kerimesi. Harb-i Umumi’yi görmekle kalmayıp talebeleri ile birlikte içine girdiği, savaştığı, aralarında yeğeni Übeyd’in de bulunduğu pek çok talebesini şehid verdiği, yaralandığı esir düştüğü için kendisinin o âyetin mânâsına mazhar olduğunu anladı ve henüz ‘kırk yaşında iken kendini seksen yaşında hissediyormuş’ gibi bir rûh hâli içine girdi.

“Fıtratımda rikkat-i cinsiye ve acımak hissi ziyade bulunduğundan, kendi elemimden başka, binler kardeşlerimin elemlerini de o şefkat sırrıyla çektiğimden yüzler sene yaşamış gibi ihtiyarım. Binler Müslüman evlâtlarının, hatta masum hayvanların teellümlerine karşı dahi bir rikkat, bir elem o sırr-ı şefkatle hissediyorum.” (Lem’alar s: 555)

İnsandaki ihtiyarlık hâlinin; geldiği yaştan, içinde bulunduğu zamandan ziyade karşılaştığı meselelerin, yaşadığı hadiselerin, şahit olduğu elemlerin tezahürü olduğunun ifadesiydi o sözler. Şefkat hissi, kişinin kendisinin yaşamadığı elim hadiseleri bile yaşayanlar kadar etkilediğinden o hissin büyüklüğü, merhamet duygusunun fazlalığı nisbetinde ihtiyarlık hâli de artıyordu.

İHTİYARLIK VE KUR’ÂN NURUNU NAZARA VERMEK

Bediüzzaman, zahiren ‘ihtiyarlığın insanın başına getirdiği hazin hâller, karanlık, gaflet, teessürat, teellümat, acziyet, zaaf ve benzer bütün erzel-i ömür tezahürü hâllere imanın kâfi geldiğini’ kendi hayat tecrübeleri ve fiilî müşahedeleri ile anlatırken de yine Sünnet-i Seniyyeyi ve Kur’ân’ın nurunu nazara verdi.

“O vakit birden merhamet-i İlâhiyenin lisânı, misâli, timsâli, dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâmın nuru, şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti, o dermansız, hadsiz zannettiğim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı ye’simi nurlu bir ricaya çevirdi.” (Lem’alar s: 504)

Yakaza âleminde; mukadderât-ı İslâm için teşekkül eden muhteşem meclis tarafından tavzif edildiği ulvî vazife icabı, iman Kur’ân hizmetinin ihyasına ve şeair-i İslâmiyenin ikamesine müteallik zarurî sebeplerle riayet edemediği iki sünnetin dışındaki Sünnet-i Seniyyelerin kahir ekseriyetini itina ile yaşayıp anlatmayı sevgisinin tezahürü, hayatının tezyinatı addetti.

1960 senesinin son haftalarında vücuduna ârız olan hastalıklar, kalkıp tıraş olamayacak kadar arttığı ve kısa da olsa çehresini nuranîleştiren beyaz sakalı ile ahirete irtihal ettiği gerçeği nazara alınacak olursa, mezkûr sebeplerden dolayı sadece evlenme sünnetini yerine getiremediği de söylenebilir.

‘Sünnet-i Seniyyenin her bir nev’ine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur’ diyen Bediüzzaman Said Nursî; o şefkatli Resûle ve re’fetli Nebî’ye fıtraten benzemeye bu kadar meftun ve İttiba-i Sünnet-i Ahmediyeye (asm) öylesine müheyya olduğu hâlde eserlerinde, Onun (asm) o hâlini istediğine dair bir temayül, telkin, tavsiye, işaret, ima ve benzeri ifade kullanmadı:

Altmış üç yaşında ölmek.

DEVAM EDECEK

Okunma Sayısı: 2101
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı