"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Üstad, gazeteleri Zübeyir Ağabeye okuturdu

20 Ağustos 2018, Pazartesi
Bayram Yüksel Ağabey: Üstad Hazretleri gazeteleri her gün aldırırdı, ama Zübeyir Ağabeye okuturdu.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için...

ZÜBEYR AĞABEYİN “İSTİHDAM POLİTİKASI”

Zübeyir Ağabey kimlerin gazetede çalışmasının uygun olduğunu bize bildirirdi. Özellikle dershanelerde kalanlar, yani Nur Talebeleri açısından.

Buradaki ölçüsü Üstadın yaklaşımından kaynaklanmakta idi. Siyasî ve sosyal olayları doğru değerlendiremeyecek kadar sâfî kalp insanların, bırakın çalışmasını, gazeteye gitmelerini bile istemezdi.

(...)Sabahattin Aksakal’a şunu söylemişti:

“Kardeşim! Sen diplomanı ver, orada yazı işleri müdürü ol, ama çok fazla gazeteye gelme.” Sabahattin de pek fazla gazeteye uğramazdı.

Zübeyir Ağabey, bazı insanların gazeteye geldiği zaman, zarar göreceklerini biliyordu. Çünkü Üstad Hazretleri de herkese gazete okutmuyordu: “Siz tesir altında kalırsınız” diyordu. Gazeteleri okuma, araştırma görevini Zübeyir Ağabey ve ona benzer insanlara vermişti.

Tabiî Zübeyir Ağabeyin bazı insanlar için geçerli bu görüşü, onların gazeteye gelmelerine karşı olduğundan değildi. O arkadaşın mizacının, yapısının müsait olmadığını bildiği içindi. Onu zarardan korumak içindi. (...)

Zübeyir Ağabey, arkadaşları yaratılışlarına göre yönlendiriyor, bir kısmını çalışmaya ve yazı yazmaya teşvik  ediyordu. Bazılarına da, “Kardeşim sen gazeteye gitme” diyordu.

Hakikaten, hangi şeyi tutsa orada fânî olan, akıldan çok duygularıyla hareket eden, iradesine tam hâkim olamayan insanlar için hizmette fânî olmaları daha uygundu. Zaten diğer taraftaki işleri yapanlar da vardı.

Bu durumda, gazeteyle meşgul olmaları hem kendi açılarından, hem de hizmet açısından doğru olmayan arkadaşların, “Zübeyir Ağabey, zaten bizi gazeteye göndermiyordu. Dolayısıyla o, gazeteye karşıydı” demeleri mantıklı değildir. İnsaflı bir değerlendirme de değildir.

Gazetelere karşı Üstadın tutumu

Hatta hiç unutmam, bir gün cemaatin içinde rahmetli Bayram Ağabey konuşurken bir konu geldi. Bazıları da maksatlı olarak, “Gazetelere karşı Üstadın tutumu nasıldı? diye sordu. Bayram Ağabey de, “Üstad bize kat’iyyen gazete okutturmazdı” dedi. Ben de rahmetli Bayram Ağabeye, “Ağabey! Üstad Hazretleri hiç kimseye mi okutmazdı, yoksa size mi okutmazdı?” diye sordum.

O zaman dedi ki: “Kardeşim, bize okutmazdı! Üstad Hazretleri gazeteleri her gün aldırırdı, ama Zübeyir Ağabeye veya onun gibilere okuturdu. Üstad, ‘Siz hissinizle okuyorsunuz, tesir altında kalabilirsiniz; ama bu taş kafalı tesir altında kalmaz’ diyordu.”

Bu durumun tersi ise, yani gazetede çalışan arkadaşların dershane ile ilişkileri konusunda ise tam bir akış söz konusu idi. Gazete, dershane ve ders bütünlüğü vardı. En azından her Cumartesi günü bütün yazar ve çizerlerimiz mutlaka o genel derslerde bulunurdu. (...) Dershaneden de müsait olanlar zaten gazeteye giderlerdi.

CAĞALOĞLU

Yeri gelmişken bir şeyi daha belirtmek isterim:

Zübeyir Ağabey, daha İttihad kurulmadan bile önce, “Kardeşim tek bir oda da olsa Cağaloğlu’nda bir yerimiz olsa” diye bir hasretini belirtirdi. Çünkü Cağaloğlu, İstanbul’da fikir akımlarının, cereyanların merkezi idi. Her grubun, bir takım yalan-yanlış grupların, orada yerleri vardı. Gençler oralara gidip yanlış şeylere saplanıyorlardı. Zübeyir Ağabey, “Yani biz de orada böyle bir yer açsak, iki top kâğıt atsak, görünüş olarak ‘Bunlar da kâğıtçılık yapıyor’ diye; ama asıl orada, gelen gidenle ilgilensek” diyordu.

Ve ondan sonra Cenâb-ı Hak bize orada gazete binası verdi. Hakikaten de o günün şartlarında gazete çok büyük hizmet etti, uğrak yeri oldu. Merkezîleşti.

Sanıyorum, diğer İslâmî hareketlerin, bir ölçüde istikrarlı ve istikametli gitmesinde de fonksiyonu oldu; bilhassa sonraki sosyal olaylarda.

Binamız, sadece Nur Talebelerinin uğradığı bir yer değildi; diğer İslâmî cemaatlerin mutedil olanlarının da danışma yeri gibiydi. 1968-1969’a kadar İstanbul’da Mahmut Efendi de dahil, onun yakın adamlarının, daima bizimle irtibatları vardı. Birçok meselede bize danışırlardı. 1969’dan sonra dengeler biraz bozuldu: MNP’nin kurulması ve siyasal İslâm anlayışının yaygınlaşması sonrasında...

1961 ve sonrasına ait siyasî değerlendirmeler

27 Mayıs 1960  İhtilâliyle, tabiî olarak Demokratlar büyük bir baskı altına alındı. Zaten ihtilâlcilerin maksadı da Demokrat Partiyi dağıtmaktı. Daha dessasane bir düşünce ise “demokrat vücud”un omuzlarına bir “Halk Partisi kafası” koymaktı. Yani, “demokrat  taban”ı toparlayacak  bir oluşum meydana getirmek ve başına Halk Partili bir başkan koymaktı. Nitekim, Yeni Türkiye Partisi bu amaçla kuruldu. Başkanı Ekrem Alican Halk Partiliydi. Taktiğin daha etkili olması için, bir takım demokratlar, Menderes’in oğlu Yüksel  Menderes de dahil, bu partiye katıldı. Bize göre, bu katılımlar gönül rızası ile olmamıştı. Yerine göre bazen tehdit, bazen zorlama gibi bir takım telkin metotları kullanılmıştı.

(...) Demokratlar, bu şaşırtmacaları aşmak için parti kurmak zorunda idiler. Lâkin birçoğu tutuklu, hapiste ve  yasaklı durumda idiler. “Kuyruk,  düşük” gibi sıfatlara lâyık görülecek kadar ikinci sınıf muamelesi görüyorlardı. Bu yüzden yasaklı olmayan, ama hâkim gücün, yani ihtilâlcilerin itiraz edemeyeceği İkinci Ordu Komutanlığı’ndan emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala, asker olmasına rağmen mutedil bir insandı. Demokratlar değişik yollarla, ona tesir ederek Adalet Partisi isminde bir parti kurmasını teşvik ettiler. O da, ihtilâlciler tarafından, “Sen bu partiyi kuruyorsun, ama seni alet ediyorlar. Tabanında Demokrat Partililer var” diye tehdit edilmesine rağmen Adalet Partisi’ni kurdu.

Bu arada, Demokrat Parti’nin muhafazakâr kanadında bir tereddüt meydana getirildi. Bu tereddüt şu iddiaya dayandırılıyordu: “Demokrat Parti kapatıldı. Onun misyonu bitti.”

Nur Talebeleri arasına da bu iddia, “Üstad Hazretlerinin‘Demokrat Parti’ dediği şey bu demokratlarla sınırlıydı. Bu parti ihtilâlle dağıtıldı ve kapatıldı. Dolayısıyla  artık Üstad Hazretleri’nin ölçülerinin, sözlerinin ileriye doğru bir geçerliliği yoktur” şeklinde yansıyordu.

İstanbul’a henüz geldiğim için, bu iddiayı içimizde kimlerin sahiplendiği, benim için, isim bazında meçhuldü. Çünkü henüz herkesi tanımıyordum. Ancak bu konuda Zübeyir Ağabeyin düşüncesi, tavrı şöyle idi:

“Hayır! Üstadın görüş ve ölçüleri değişmez. Aynı zamanda ölçüler ve görüşler şahısla alâkalı değildir. Bu bir fikir akımı, misyon meselesidir. Demokratların devamı Adalet Partililerdir. Dolayısıyla mantıklı gibi görünse de, diğer iddiaların hiçbir geçerliliği yoktur. Biz Nur Talebeleri olarak Adalet Partisi’ne sahip çıkıp Adalet Partisi’ne reylerimizi vermeliyiz.”

Zübeyir Ağabey bu noktada kesin tavır koydu. Bu tavrı, vefatına kadar da devam etti.

Siyasî noktada, o zaman Demokrat taban, gerçekten münafıkâne bir şekilde yanıltıldı. 1961 seçiminde, tek başına bir AP iktidarı çıkamadı. Çünkü YTP, Demokrat tabana ait oyların AP’de birleşmesi önündeki en büyük engel oldu ve elli küsur milletvekili çıkardı.

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi de aynı görevi gördü, % 13.96 oy alarak 54 milletvekili çıkardı. Böylece Demokrat Partinin bir kısım oyu, her iki parti tarafından paylaşıldı.

Sonuç olarak, CHP ile CKMP birlikte koalisyon hükümeti kurdular. Oysa Nur Talebeleri olarak bizler, çoğunlukla 1961’de Adalet Partisi’ne oy verdik. Zihnimde, sadece Hüsrev Ağabey ve taraftarlarının CKMP’ye temayül ettiklerine dair bir izlenim kalmış. Zaten 1965 ve 1969’da bu ilişki daha belirgin hale gelmişti. O zaman MHP vardı ve Alpaslan Türkeş Genel Başkan idi.

Türkeş sonra, Bekir Ağabeye bir adamını göndermişti. (...) Siyasî noktada birlikte çalışmayı teklif etmişti. Bu teklif paketinde ihtilâle kalkışmak ve parti kurmak gibi seçenekler de mevcuttu. Bekir Ağabey de, “Sizin gibi ihtilâlcilerle çalışamayız” diye sert bir ret cevabı vermişti.  Bekir Ağabeyin naklettiğine göre Türkeş, “Gelin beraber çalışalım. Hatta bu ihtilâlcilere karşı beraber hareket yapalım” demiş, daha çok fiilî hareketi, yani karşı ihtilâli kastederek. Bekir Ağabey de bu teklifi, “Zaten bu ihtilâli siz yaptınız, başımıza bunları siz musallat ettiniz. Sizinle böyle bir hareket içine, asla girmeyiz. Mesleğimizde de, zaten menfi hareket yok” diyerek şiddetle geri çevirmiş.

Fakat Türkeş’in benzer girişimlerinin iki önemli merkeze tesir ettiği, seçim sonuçlarına bakılınca anlaşılmakta idi. (...)

Yani Demokrat tabanın oy potansiyelinin bölünmesinde, bir kısmının milliyetçi görüşe kaymasında Mehmet Feyzi, Hulûsi ve Hüsrev Ağabeylerin, bizzat kendilerinin fiilî bir destekleri söz konusu olmasa da, bu konularda Zübeyir Ağabey kadar hassas olmamaları sonucu çevrelerinin büyük etkisi olduğu kanaatindeyim. 1965-69 ve sonrasında yapılan seçim sonuçlarında bu etki açıkça görünmektedir.

Fotoğraf: Yeni Asya - Arşiv

YARIN: İnönü: Beni Nurcular yaktı

 

Okunma Sayısı: 3220
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı