"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Zenginle fakir arasında uçurum var

17 Mart 2015, Salı
Diğer Hindistan: Kabiliyetli evlat

Hindistan Notları / Ahmet BATTAL

İslam dünyasının Batı karşısındaki “zahiren mağlup” duruşunun günden güne değiştiğini biliyor ve görüyoruz. Bunu Hindistan’da da görmek istiyorduk ve gördük.

Hem, zaten, neden dünya herkese terakki dünyası olsun da biz Müslümanlara gerileme/tedennî dünyası olsun!

Bu konuda ümidimizi artırırken Bediüzzaman’ın Sünuhat’ta (s. 82) verdiği müjdeyi de hatırlayalım. “Ey birader! Âlem-i Hıristiyanın rüçhanına sebebiyet veren ihtiyarlaşmış olan esbaba tekabül edecek, genç, dinç esbab bizde inkişafa başlamıştır.”

Bediüzzaman bu müjdeyi bir hatırası ile açıklıyor: Kendisi 1910’da İstanbul’dan Van’a dönerken deniz yolunun sonundaki Tiflis’te dua etmek ve etrafı temaşa etmek için Şeyh San’an tepesine çıkıyor. Burada İttihad-ı İslam Medresetüzzehrasının planını çizerken o-nun bu gayretine ve himmetine şaşırıp mealen “Hayal görüyorsun, İslam parça parça olmuş, bir daha toparlanamaz, siz öldünüz artık” diyen Rus polisine, parça parça oldu sanılan İslam’ın evlatları için verdiği önemli cevabı hatırlarsınız.

Sünuhât’tan okuyalım (s. 82): “Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.”

(Rus polisi) Dedi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.”

Dedim: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”

Dedi: “İslam parça parça olmuş.”

Dedim: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslamın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır İslamın zekî bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan İslamın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar, ila ahir... Yahu, şu asilzade evlat, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıta başına geçecek, muhteşem adil pederleri olan İslamiyetin bayrağını afak-ı kemalatta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.”

Bu cevabın kısa mânâsı şudur: “Batının gelişmesi durmuştur. Şarkta üst üste üç nur inkişaf edecek ve İslamın inkişafının önünü de açacaktır. Bu inkişaf ittihad-ı İslamla birlikte olacaktır. İttihad ise kıt’aların da ittifakıyla olacaktır. İslam kıt’alarının ittifakı onların liderlerinin önderliğinde olur. Asya’nın İslamının lideri-sonradan her nasılsa ve nedense ayrı devlet olan Pakistan ve Bengaldeşle birlikte bir bütün olarak-Hindistan’dır. Hindistan İngiliz esaretinde iken, ders almakta olan bir lise talebesi gibidir. Esaret bitince ders de bitecek ve Hindistan Asya kıt’asının başına geçerek İslamın Asya’daki sancağını dalgalandıracaktır İnşallah.”

Bu bahiste bahsedilen üç nurun ne olduğunu tam bilemiyoruz. Ancak “mehdiyetin üç basamağı”nı da ifade eden “iman, hayat ve şeriat” nurları olsa gerektir diyoruz. Hindistan’a bu gözle baktığımızda müthiş bir değişim ve dinamizm bizi karşılıyor ve ümitlendiriyor.

Hindistan ümidinin kayıtları

Hindistan Hintlerin ya da Hintlilerin ülkesi. Ama sadece Hinduların ülkesi değil. Her Hint de Hindu değil. Müslümanlar bu ülkede Hindulara nazaran azınlık durumundalar, ama dünya üzerinde Müslüman sayısının en çok olduğu ülke Hindistan. O kadar ki, Pakistan ve Bangladeş’i de içine alan 1940 öncesi eski Hindistan şu anda dünyanın en büyük ülkesi ve nüfusun 600 milyonu Müslüman.

Dünyanın en büyük güneş saatleri ve uzay gözlem evi de burada. Okul çocukları kafileler halinde gelip güneş saatlerini yerinde inceliyorlar. 

Nüfus planlaması yapmayan bu günkü Hindistan’ın nüfusu, nüfus planlaması yapan Çin’i 2025 yılında geçecek.

Hindistan, Pakistan ve Bengladeş’in aralarındaki sınırları kaldırmaları ve Keşmir ve diğer yerlerdeki sınır ve benzeri meselelerden kaynaklanan ihtilafları çözmeleri aslında vizyon ve an meselesi.

İşin kolaylığını anlamak için basit bir örnek verelim: ABD, şimdi Hindistan’ın Başbakanı olan Narendra Modi’ye, kendi eyaleti Gujarat’da siyaset yaptığı ve başbakan olduğu dönemde, uzun bir süre, kendince haklı sebeplerle “persona non grata” yani “istenmeyen adam” muamelesi yapmış, vize bile vermemiş. Sonra 2014’te Modi halkın reyiyle Hindistan’a Başbakan olunca ilişki kurmaya mecbur olmuş. Modi twitter aracılığıyla Obama’yı Cumhuriyet bayramı kutlamaları için ülkesine davet etmiş ve Obama da twitterdan olumlu cevap vermiş. (Bizim ziyaretimizde başkent Delhi harıl harıl Obama’lı bayrama hazırlanıyordu). Demek ki iki ülke arasındaki diplomatik buzları teknoloji ve sosyal medya iletişimi çözebiliyor.

O halde İslam’ın kabiliyetli evladının kan kardeşleriyle arasındaki kayıtlar neden çözülmesin ki?

Güneş saatlerinin devleri

Salı günü öğleyin Delhi’nin güneybatısındaki Jaipur kentine ulaşıyoruz ve kenti gezmeye başlıyoruz. Şehrin en önemli özelliklerinden birisi Jantar Mantar adındaki gökbilimleri parkına sahip olması. Bu parkta çoğu iki-üç yüz yıllık çok sayıda güneş saati ve gök küre izleme istasyonu var. Dünyanın en büyük güneş saatleri ve uzay gözlem evi de burada. Okul çocukları kafileler halinde gelip güneş saatlerini yerinde inceliyorlar. Hintlilerin uzay merakının sebebi daha iyi anlaşılıyor.

Eski şehir merkezinde, Hindu Kralları rajaların (racelerin) sarayını geziyoruz. Hayattaki son mihrace, tarihî sarayının büyük kısmını turizme açmış ve küçük bir bölümünü evi olarak kullanıyormuş. Ekibimizden muzip bir ziyaretçi “mihrace saltanatını pazara çıkarmış, işi ayağa düşürmüş” dedi ve gülüştük.

Saray ve her yer kırmızı ve pembe ağırlıklı, ama tam bir renk cümbüşü. Bu ülkenin, tarihinde, taş işçiliği ve bilhassa mermer işleme (oymacılık-kakma) sanatında bu derece gelişmiş olması dikkat çekici.

Çok sayıda pencereleri içeren yüksek bir duvar ve arkasında balkonlardan ibaret renkli “Hava Mahal” de ilginç bir yapı. Yapılış maksadı harem selam uygulamalarında kolaylık. Sarayın hanımları, caddeye bakan bu duvarın arkasındaki balkonlarda oturup duvardaki tenteneli pencerelerden caddedeki resm-i geçidi izlerlermiş.

Fare mi, yılan mı daha iyi oynar?

Çarşamba sabahı Jaipur’da fillerin sırtında çıkıp jiplerin ardında indiğimiz Ekber Şah yapısı sarı taşlı muhteşem Amber kalesinde, bir Hint klasiği ile karşılaşıyoruz. Kavalıyla kobra yılanını dans ettiren Hintliyi seyrediyoruz.

Rehberimiz Sercan Bey ilginç bir bilgi veriyor: Hindistan’ın kabiliyetli evlatlarından bazıları yılan oynatıp turistlere seyrettirip geçimini temin ederken diğer bazıları “klavyeyi çalıp fareyi oynatıp” bilgisayar yazılım sektöründe dünyanın liderliğine oynuyor. Gerçekten, Hindistan marjları çok açık bir ülke:

Zengini ile fakiri arasında fark çok.

Bir tarafta ilkel şartlarda yaşayan ve medeniyetle ilişkisi, evinde tavandan asılı tek ampulden ibaret yığınlar ve öbür taraftan Mars’a, hem de ilk denemede uzay aracı indirmeyi başaran bir teknolojiye hükmeden dev şirketler ve devlet.

Bir tarafta “bir ve tek olan Allah”a ibadet edenler ve öbür tarafta inekten başlayarak “sayısız varlığa” tanrı zannederek tapıyormuş gibi yapan dindarlar. Örnekler çoğaltılabilir.  Bu vesileyle hatırlatalım: 

Hindular (Brahmanlar) sadece ineğe değil, her şeye tapıyorlar. Allah’ın yarattıklarına saygı duymayı ve saygı göstermeyi yeterli görmeyip tapmaya dönüştürmelerinin sebebi, Tek ve Bir olan ve her şeye Kadir olan Allah’ı unutmuş olmaları. “Her şey Allah’a ulaştırır” derken yanlış olarak bir adım ileri gidip “her şey –haşa- tanrıdır, ya da onun görüntüsüdür” demeleri, bizdeki vahdet-i vücut ve vahdet-i şuhud mesleğine benziyor. Bir adım ilerisi ise “varlık sebep ve sonuç ilişkilerinden ibarettir”, “ruh ve ruhaniyat yoktur”, “tanrı her şeydir” diyen materyalizm.

Tapılacak şeyin sık sık ve keyfe keder değiştiği ve hatta bazen menfaate göre değiştiği bir garip din anlayışı bu. Bizde “biblo” denilerek masumlaştırılan, ama aslında hiç de masum olmadığı anlaşılan, odundan ya da taştan–haşa- tanrı parçacıklarını seyrederek bu meseleleri düşünürken, Kur’ân’ın en uzun sûresinin Bakarperestlik ve esbapperestlik hakkında olmasının hikmetini, aynel yakîn (göz göre göre) anlıyoruz. Amber Kalesindeki saray ve yapılar arasında bir tanesi oldukça ilginç. Şişe Mahal adlı bu sarayın tavanı ve duvarları “şişeden yapılmış”. (Bilenler bilir, “şişe” “cam” demektir). Yani duvarlar alçı-sıva içine gömülmüş cam parçalarıyla bezeli. Bu cam parçalarının özelliği ise dışbükey (bombeli) ayna durumunda olması. Sarayın herhangi bir odasında yanan bir mum, binlerce küçük mum olarak göze yansıyor. Böylece saray ışıl ışıl oluyor.

Aynalardaki ışıkların kesretinde kaybolup mumdaki vahdeti göremeyenlerin sembolü sayılabilecek bu özgün ve ilginç yapı, bize esbapperestlik hakkında da fikir ve ufuk verdi.

Tacın tahtın mahalli sizin olsun!

Çarşamba Jaipur’dan yine uzun bir otobüs yolculuğuyla Delhi’nin güneydoğusunda bulunan Agra’-ya geçiyoruz.

Akşamüzeri, önce dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve 1632’de yapımına başlanıp 21 senede tamamlanan bir Türk-İslam eseri Tac Mahal’i geziyoruz.

Burası bir türbe. Moğol İmparatoru Şah Cihan çok sevdiği karısı Mümtaz’ın hatırı ve hatırası için bu ihtişamlı, sade yapıyı yaptırmış. Ganj nehrinin kollarından Yamuna nehrinin kenarında kocaman bahçenin içinde önündeki düzgün uzun havuzu ile birlikte bakıldığında suya eğilen bir heykel gibi duran bu kubbeli türbe ve çevresindeki yapılar simetrinin zirvesindeler. Simetriyi bozan tek şey, büyük kubbenin tam altında yatan Mümtaz Hatun’un yanına konulan Şah Cihan’ın kabri.

Bu yapı için sade dediysek, sadece “süslü değil” demek istedik. Ama sedef ve kıymetli taşlarla bezeli mermer işçiliğine hayran kalmayacak kimse olamaz. Dolunay’da bile aydan fazla parladığı anlatılır.

Bizim için görüntüyü bozan tek şey sisli-puslu hava. Akşam namazımızı Tac Mahal’in sol yanında bulunan ve simetrik bir parçası olan camide kılıyoruz. Caminin seccadeleri işlemeli mermerden. Alıştığımız gibi değil, soğuk ve sert. Ama yine de sessizlik ve loşluk huşûya katkı yapıyor.

Bu arada müzenin kapanış saati geliyor. Görevliler bizi dışarıya davet ediyorlar(!) Hiç de nazik değiller.

Bu muamele ile karşılaşınca, iki sene önce gittiğimiz Kudüs’te, Mescid-i Aksa’nın kapısındaki İsrail askerlerinin bed muamelesini hatırlıyoruz. Bir de iki gün önce Delhi havaalanındaki hoşgörülü ve tedbirli sıcak karşılamayı... Yapılana mânâ veremiyoruz. Kaydedip geçiyoruz.

Bu bed muameleye karşı “Tacınız tahtınız sizin olsun, bize ibadetimiz yeter” demek geliyor içimizden. Ama hayır, “Burası bizim, kimi kimin mekânından kovuyorsunuz” demek daha doğru sanki.

Okunma Sayısı: 2447
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı