Bugün yine Seni düşündüm, Seni andım bu sabah. Yine Sana gelmek istedim, Sana yönelmek istedim, günlerin şafağında. Sana gelmek, Seni anmak, Sana yönelmek, Sana koşmak ne güzel. Bu güzel dünyada–-güzel dünya diyorum—çokları bu güzelliği tadamazken ben tadabildim ve de bildim bu güzelliği. Ardından ışığı tadabildim, aydınlığı tadabildim. Mutlu olmanın, üstelik bu dünyada mutlu olmanın lezzetini tadabilmenin hazzıyla yaşadım durdum. Bütün bunlara Senden aldığım dersle ulaştım Ey Sevgili.
Ben karanlığı hiç sevmedim. Ömür boyunca sırtımı döndüm karanlığa ve özellikle bütün menhus ruhlara ve daima aydınlığı sevdim, ışığı sevdim. Aydınlığa doğru koştum, aydınlığı kucaklamak istedim. Işığa doğru koştum, ışığı kucaklamak istedim. Güneşe doğru koştum, güneşi kucaklamak istedim. Yıldızlara doğru koştum ve yıldızları avuçlarıma almak istedim. Ömrüm boyu hep güzele aşık oldum, güzele doğru koştum, güzeli kucaklamak istedim. Attım kendimi bütün güzelliğin kollarına. Bütün bunlarda rehberim Sen oldun. Sen öğrettin bana bütün güzellikleri ey güzeller güzeli… Sen güneşim oldun, ışığım oldun. Senin ile sevdim kâinatı, yıldızları, çiçekleri, semavatı ve bütün yaratılanları..
Ben daima yeşili sevdim, maviyi sevdim. Kahverengiyi sevdim ve özellikle beyazı sevdim. Çorak ovalar, ıssız bucaksız çöller daima yeşil göründü benim gözlerime. Senin sayende gökler, denizler, ufuklar, ovalar, vahalar masmavi göründü benim gözlerime. Yine Senin sayende kahverengi gözlere de aşık oldum ve sevdim o gözleri, Sen sevdiğin için...
Şu fani dünyada, insanoğlunun gerçek vatanı olan ahiret âleminin mezrası bu dünyada, daima şükrettim ve şükürdar oldum, sabrettim ve sabırdar oldum. Hayatım boyunca çok acı çektim, ama şükretmeyi bildim, sabretmeyi bildim. Ve: “Senden gelen baş göz üzerine Ya Rab” dedim. Şükretmeyi, sabretmeyi şiâr edindim.. Felâketler karşısında şükretmeyi, musîbetler karşısında sabretmeyi mutluluğum için esas saydım. ”And olsun asra ki bütün insanlar ziyandadır. Ancak, iman edenler, salih amel işleyenler, haktan ayrılmayanlar ve sabredenler müstesna.“ (Kur’ân-ı Kerîm Asr Sûresi)
Bu sûreyi her vesileyle okudum. İman ettim, salih emel işlemeye çalıştım, haktan ayrılmamayı şiar edindim ve sabrettim. Bütün bunları yaparken rehberim Sen oldun. Yol göstericim Sendin. Sen lütfettin ben arkandan yürüdüm. Arkandan yürüyerek izledim Seni adım adım ve sayende ulaştım selâmete, vardım mutluluk pınarına. İçtim âb-ı Kevseri kana kana..
Bu dünyada uzun bir ömür sürdüm. Yaşamak, yaşayabilmek, ancak Yaratıcının izniyledir. Buna iman ettim. “Mülkün sahibi Sensin Ya Rab” dedim. Bana verilen bu can, bu beden, bu ruh mülkün sahibinindir, bana ait değildir. Mülkün sahibi, geçici bir süre için bana verdiği bu emaneti bir gün geri isteyecektir. Bu sebeple bana verilen ve bir gün behemahal geri istenecek olan bu emaneti mümkün mertebe iyi kullanmam lâzım ki sahibi gücenmesin.
Bir usta, bir san’atkâr, bir nakkaş harikulâde eserini emaneten size tevdi ediyor, siz ise o ustanın, o san’atkârın, o nakkaşın o harikulâde eserini bir gün geri isteyeceğini biliyorsunuz. Elbette ki o esere gözünüzün nuru gibi bakmalısınız ve bakacaksınız, ona toz kondurmayacaksınız ki, sahibine geri verdiğinizde veya sahibi, görevlisini gönderip geri aldığında azar işitmeyesiniz. Bütün bunları bana öğreten, ders veren yine Sen oldun ey bilgelerin en bilgesi, efendilerin en efendisi.
O, Kâinat Sultanı, O Her Şeyin Müessiri ve Müdebbiri, O Padişahlar Padişahı; insanoğlunu yeryüzüne halife olarak gönderdi. Ardından aynı insanoğluna eşref-i mahlûkat sıfatını bahşetti. Aynı zamanda ona akıl verdi ve; “Ben seni Bana kulluk edesin, ibadet edesin diye yarattım” dedi. Aynı zamanda ona nefis de verdi ve onu imtihana tabi tuttu. Sırat-ı müstakîmde yürümesini istedi. İyilikten ayrılmamasını, kötülükten uzaklaşmasını tenbihledi. İmtihanda muvaffakiyet kesb etmesi için de yine onun içinden elçiler, nebiler, peygamberler çıkardı. Bilhassa son zamanlarda görevlendirdiği peygamberlerin ellerine herkesin anlayabileceği fermanlar, talimatnameler, reçeteler verdi. Peygamberlere; ”Bütün bunları okuyun, iyice belleyin ve kullarıma açıklayın. Açıklayın ki kullarım neleri yapmaları, neleri yapmamaları gerektiğini iyice öğrensinler. Zira yarın onlar teker teker huzuruma gelecekler ve yaptıklarından, hatta yapmaları gerektiği emredildiği halde yapmamalarından hesaba çekilecekler” dedi. Dedi ve bu şekilde yeryüzünde imtihan faslı başladı.
İşte Sen, son tebliğci sıfatı ile en güzel bir şekilde, en beliğ bir tarzda Yüce Yaratıcının fermanını insanoğluna ilettin. “Beni iyi dinleyin, bu fermanlara, bu talimatnamelere iyi kulak verin. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve öldükten sonra tekrar dirileceğinize, kadere, bütün hayır ve şerlerin Allah’tan geldiğine iman edin.” İnsan iman ile âlâ-i illiyine çıkar, melekleri geçer, imansızlıkla efsel-i safiline düşer, hayvandan aşağı olur. İman ile ebedî saadete erişir, imansızlıkla ebedî şekavette kalır. “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir. İman insanı insan eder, belki de insanı sultan eder” dedin.
Ama, “İnsanoğlu nankördür, zalimdir.” Kimi gönderilen fermanları dinledi, iman etti. Kimi ise inanmadı, kabullenmedi ve nefsinin esiri oldu. Biz ise seni görmediğimiz halde seni ve tebligatını işittik, iman ettik Ya Resûlallah. Biz ise zatınızı gösterdiğiniz hak yolda yürümek için kendimize rehber eyledik, kılavuz edindik ve seni Mürşid-i Azam olarak kabul eyledik. Bütün bunlar elbette, senin sayende oldu.
Bazı gafiller de seni sadece bir tebligat memuru olarak gördüler ve hâlen de görmekteler. Onlara göre sen Yaratıcının fermanını okur, tebliğ edersin, görevin biter. Bu ne gaflet. Oysa ki ferman sahibi bütün fermanlarında senden bahsediyor ve seni, senin görevini, insanoğlunun seni nasıl görmesi gerektiğini açık ve seçik bir tarzda ortaya koyarak:
“Peygamber ne söylerse vahiydir. O kendiliğinden konuşmaz.” (Necm: 3)
“Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun.” (Haşr: 7)
“Hayır. Rabbine and olsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra verdiğin hükmü içlerinde bir kuşku duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş sayılmazlar.” (Nisa: 64) diye emir buyuruyor.
Demek ki sen, aynı zamanda bir rehber, bir yol gösterici, bir hakem, bir hakim, bir hüküm verici ve bir öğretmensin.
Sen ne güzelsin ey dost! İsmin güzel, cismin güzel, huyun güzel, tavır ve hareketin güzel, sesin güzel, gülüşün güzel, çağrışın güzel, hitabın güzel, gözlerin güzel ve güzel gözlerinle kâinata, dünyaya bakışın güzel. Sen bir güzellik pınarısın. Sende yıkananlar güzelleşir, pak ve temiz olur. İnsanoğlunun içine, ruhuna bir su gibi akışın güzel.
Sen olmasaydın sabah olmazdı. Sen olmasaydın mahlûkat felâh bulmazdı. Sen olmasaydın yüzler gülmezdi.
Seni seven de güzel ey güzeller güzeli. Senin için yanan dudaklar güzel. Senin için kızaran yanaklar güzel. Senin için sararan yüzler güzel ve seni anlatan bütün sözler güzel. Sen olmasaydın Eflak olmazdı.
Yüzünün güzelliği aydınlattı cihanı. Zaten ışığın olduğu yerde karanlık barınamazdı. Aydınlığın girdiği mekândan, karanlık kendiliğinden kaçar. Sen bir ışıksın ve mü’minler nezdinde bir maşuksun ey Fahr-i Âlem!
Ey dili şirin Resûl. Her türlü kibirden, enaniyetten azade, şefkatte en ileri safta yer alan dost! Hani bir gün sen yanında Zeyd olduğu halde Taif’e gitmiştiniz ya. Taiflilere iyiyi, güzeli, doğruyu öğretmek ve hakkı tebliğ için gitmiştiniz. Onlara ışığı, aydınlığı götürerek gitmiştiniz. Onları hidayete getirecek, onları mutluluğa erdirecek tılsımları beraberinizde götürerek gitmiştiniz. Ama o gafiller, gönül gözleri kapalı olan o bîçareler seni anlayamamışlardı. Sana hakaret etmişlerdi, seni taşa tutmuşlardı. Geçtiğin yola dikenler serpmişlerdi. Ayakların kan içindeydi. Seni taşlardan korumaya çalışan Zeyd’in her yanı yara bere içinde idi ve yüzünden gözünden kanlar akıyordu. Bütün bu olanlara dayanamayan Zeyd; “Ey Allah’ın Resûlü. Sen bir peygambersin. Ne olur, o mübarek ellerini kaldır, o mübarek ellerini aç, durumumuzu Yüce Yaratıcıya arz eyle. Arz eyleki Allah bu zalimleri Kahhar ismiyle kahreylesin” demişti. Sen ellerini açmış ve kaldırmıştın, kaldırmıştın, ama bedduâ edemezdin. Çünkü sen âlemlere rahmet olarak gönderilmiştin. Bedduâ sözcüğü senin lügatinde yoktu. Evet ellerini kaldırmıştın yukarıya ve açmıştın o Yüce Yaratıcıya: “Allah’ım, Sen bunları affet, bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar” demiştin.
Şu yüceliğe bakın. Şu merhamete bakın. Şu şefkate bakın. Azılı düşmanlarına bile avf u mağfiret dileyen, merhamet dileyen asalete, saf ve temiz ruha bakın. Sen merhamette bile insanoğlunun çok, ama çok üstündesin. Sen, muhabbet fedaisisin, husûmete senin vaktin yoktur. Husûmet, kin, nefret senin kitabında yazılı değildir. Sen muhabbetten hasıl olmuş Muhammed’sin (asm). Sensiz muhabbetten hiçbir şey hasıl olmaz.
Şair ne güzel söylemiş:
”Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl.
Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl.”
Sen bir ömür boyu nur saçtın etrafa. Işık saçtın, muhabbet saçtın ve merhamet saçtın düşmanlarına bile.
İsmet sıfatı sende neşvü nemâ buldu ve in’ikas suretiyle sahabelerine geçti. Sendeki sıddıkiyet sıfatı Ebubekir’de (ra), adalet sıfatı Ömer’de (ra), haya sıfatı Osman’da (ra) ortaya çıktı. Kahramanlık, cesaret, ilim sıfatı Ali’de (ra) berraklaştı. Sendeki kahramanlık ve cesaret sıfatı o kadar üst düzeyde idi ki, Hazreti Ali, “Biz Uhud’da sıkıştığımızda Resulullah’ın (asm) arkasına tahassun ederdik” diyordu. Açıkçası; sıddıkiyet ve teslimiyette, adalette, haya ve edepte, cesaret ve kahramanlıkta, merhamette ve bütün güzelliklerde, güzel sıfatlarda, kimse seninle boy ölçüşemez, kimse senin derecene varamaz...
Allah’a kullukta, Allah’a yakınlıkta, Allah’a ulaşmada kimse seni geçemez. Zira sen âlâ-i illiyine çıktın, melekleri geçtin. Sen üstün bir insan olarak çıktığın o yüce makamda oturdun.
Ya Muhammed (asm)! Yarın kıyamet günü, o çetin günde, ümmetini koruyacağını, ümmetinin üzerine kol kanat gereceğini, herkesin ‘nefsî nefsî’ dediği bir hengâmda senin “ümmetî, ümmetî“ diyeceğini biliyoruz. Ne olur bütün kusurlarımıza, hatalarımıza ve günahlarımıza rağmen bizleri de ümmetinden kabul eyle. Bizleri de kurtuluşa eren o sonsuzluk kervanına dahil et. Bütün bunları sana müştak olan bizlerden esirgeme ne olur?
Sana, âline ve ashabına gelmiş, geçmiş ve gelecek olan bütün mahlûkatlar adedince salât ve selâm olsun. Ey Efendiler Efendisi (asm)…
TİMURLENK BOZKURT