Barla sıddıklarından Yüzbaşı Refet (Barutçu) Bey, 1886 yılında İstanbul-Beykoz’da dünyaya geldi ve 2 Şubat 1975 yılında Ankara’da vefat etti. Mezarı Karşıyaka/Ankara mezarlığındadır.
Refet Bey, harbiye öğrencisiyken hafta sonları meşhur kurra hafızlardan ders almaya başladı. O yıllarda Bayezid Camii’ne giderek güzel sesli hafızları dinlemeyi çok severdi.
1906 yılında Harp okulundan mezun olduktan sonra İşkodra’ya (Arnavutluk) teğmen rütbesiyle tayin oldu. İki veya üç yıl sonra gönüllü olarak Yemen’e ve Mısır’a gitti. Orada savaşırken İngilizlere esir düştü. Esaret dönüşü İstanbul’a Merkez Komutanlığına yüzbaşı rütbesiyle tayin edildi. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’ya geçmeyip İstanbul’da kaldı. Savaşın sona ermesinden sonra Sivas’ın bir ilçesinde askerlik şube başkanlığı yaptı. Cumhuriyetin ilânından sonra 34 yaşlarında ordudan emekli edilerek Çankırı İnhisar Müdürlüğüne tayin edildi.
1930 yılında eniştesi ile beraber Isparta’ya gitti. Ertesi yıl şehrin ileri gelenlerinden Mülazım Hacı İbrahim’in kızı Kadriye Hanımla evlendi. Daha sonra Isparta’ya taşındı.
Refet Bey emekli olduğunda boş durmayarak imamlık da yaptı. Hayatını iman ve Kur’ân hizmetine adayan Refet Bey, Bediüzzaman’ın dualarına mazhar oldu. Bediüzzaman, ona yakınlığını, mektuplarını aldığı zaman söylediği “Rahatsızlıklarıma, hastalığıma şifa oldu” cümleleriyle ifade etmiştir.
Refet Bey, Eskişehir (1935), Denizli (1943) ve Afyon (1948) hapishanelerinde Bediüzzaman’la birlikte bulunarak birçok sıkıntıyı onunla birlikte yaşadı.
Kendisi gibi aramızdan ebediyete intikal eden TSK emeklisi merhum Dr. Sadullah Nutku’ya ilk defa Nur Risalelerini tanıtan da o idi.
Refet Bey, Bediüzzaman’ı ilk defa 1921 yılında Bayezid Camii’nde görmüştü.1
Refet Bey, Isparta’da olduğu yıllarda hemen her gün kütüphaneye gitmeyi ihmal etmezdi. Bir gün kütüphane memuruyla âlimler konusunda görüşürken sözü Bediüzzaman’a getirdi. Çok büyük bir âlim olduğunu, kendisini Mütâreke yıllarında tanıdığını, fakat şimdi nerede olduğunu bilmediğini ifade edince kütüphane memuru Bediüzzaman’ın Barla’da olduğunu söyledi. Bu haber üzerine birden heyecanlandı. “Allah Allah! Ben o zatı mütareke yıllarından tanırım, hemen ziyaretine gideyim” dedi. Bunun üzerine bazıları görüşmenin mümkün olmadığını ifade edince “Kapısında bu şahısla görüşmek yasaktır yazısı var mı?” diye sordu. “Yok” dediler. “Öyleyse ben giderim” dedi. “Aman gitme, sonra seni mimlerler” diyerek bu görüşmeden vazgeçirmek istediler. Bu sözler çok tuhafına gitmişti. Ne demek istiyorlardı? Geçmişinde askerlik olan bir kişi öyle şeylere pabuç bırakacak değildi. “Ben mimi cimi bilmem. Öyle şeylere metelik verenlerden değilim” dedi.
Refet Bey, araştırmaları sonucunda ziyaretçileri Üstadla görüştüren Bekir Ağa’yı buldu. Ulaşım için kara yolu henüz açılmamıştı. Önünde göl veya patika yol seçenekleri bulunuyordu. Onlar patika yoldan gitmeyi tercih ettiler. Bir gün sabah erkenden iki atla Barla’ya doğru yola çıktılar. Saatler süren uzun bir at yolculuğundan sonra Barla’ya ulaştılar. Hemen Üstadın evine indilerse de evde bulamadılar. Komşuları Üstadın Paşa Kayasına (Karakavak) gittiğini söylediler. Orada beklemeden hemen Paşa Kayasına gittiler. Burada Üstad beyazlar içinde çay pişirmeye çalışıyordu. Hürmetle varıp ellerini öptüler.
Refet Beyin daha önce ziyaretine gitmeden 1931’de Isparta’dan kendisine mektup yazdığı anlaşılıyor. Mektupta Bayezıd’da ilk defa uzaktan gördüğünü ifade etmişti. Cevabî mektubunda: “Kardaşım, ben sizi tâ o zamanlarda talebeliğe kabul etmiştim” diyordu. Bu mektubunda askerliğinden hiç bahsetmediği halde, Refet Beye “Ben sende asker ruhu görüyorum” diyordu.
Refet Bey Risale-i Nur’la tanıştıktan sonra, bir taraftan Kur’an-ı Kerim’i öğretirken, diğer taraftan Kur’an’ın mükemmel bir tefsiri olan Risalelerin yazılması ve yayılması için çalıştı. Nurlara büyük bir sadakatle bağlanan Refet Bey’in mektubundaki, “Risale-i Nur’un en bariz hâsiyeti, usandırmamak; yüz defa okunsa, yüz birinci defa yine zevkle okunabilir” şeklindeki sözlerine Bediüzzaman, “Pek doğru demiş” diyerek karşılık veriyordu.2
Bediüzzaman’ın bazen “Nur Kumandanı”, bazen “Kur’an Aşığı” diyerek hitap ettiği Refet Bey, Üstadını birçok defa Barla’da ziyaret etmişti. Bu ziyaretlerin dışında sıkı bir mektuplaşma da yaşandı. Birbirlerine çok sayıda özel mektuplar yazdılar. Çok sayıda yazılan müstakil veya arkadaş grubu mektuplarına karşılık Bediüzzaman Said Nursi de Refet Bey’e yirmi ikisi özel olmak üzere toplam yirmi yedi tane mektup yazdı.
Refet Beyin en önemli özelliklerinin başında soru sormak gelirdi. Sorularla dolu mektupları ve Bediüzzaman’ın verdiği cevaplar, başta Barla Lahikası olmak üzere Lahikalarda, Mektubat’ta ve Lem’alar’da önemli bir yer tutmaktadır. Refet Bey, adeta hazinenin kapısını açan anahtar vazifesini görmüştür. Onun sorduğu sorulara çok önemli cevaplar verilmiştir. Refet Beyin sorularına özel önem veren Bediüzzaman şöyle der:
“...Senin âlimâne suallerin Risale-i Nur’un Mektubat kısmında çok ehemmiyetli hakikatlerin anahtarları olmasından, senin suallerine karşı lâkayt kalamıyorum.”3 “Refet kardeş, sen de çok safalar geldin ve Risale-i Nur yazısıyla meşguliyetin beni cidden sevindirdi. Hulusi ve Sabri gibi senin de suallerinin Risale-i Nur’da ehemmiyetli neticeleri ve tatlı meyveleri var. Senin yanında bulunan ve Risalelerde kaydedilmeyen ilmi parçaları münasip yerlerde veya Lahikada yazarsınız.”4
Risale-i Nur’da yer alan şu sorular Refet Beye aittir:
1. “Hocalar diyorlar: Arz öküz ve balık üstünde duruyor. Hâlbuki arz, muallâkta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var, ne de balık!”5
2. On Altıncı Lem’a’nın Hatimesine konu olan Peygamber Efendimizin (asm) muhtelif yerlerde bulunan ve ziyaret edilen Sakal-ı Şerifleri ile ilgili soru.6
3. Yahudi milletinin Araplara karşı galip gelmesinin sırrı ile ilgili soru.7
4. “Yemen imamı Zeydiler Seyyidi” hakkında soru.8
5. “Letaif-i aşere” hakkında soru.9
6. “Ecel- mübrem ile muallâk” hakkındaki soru.10
7. Rızık ve semavat gibi yerin de yedi tabaka olmasına dair iki soru.11
Merhum Refet Bey çok mütevazı bir kişiliğe sahipti. O her haliyle diğer insanlara ihlâs dersini veriyordu. “Tefani sırrı” onda adeta okunuyordu. Zira Said Nursi İhlâs Risalesi’nde “Mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlat, şeyh ile mürid arasındaki vasıta değildir.” der ve hakiki kardeşlik vasıtalarına vurgu yapar.
Üstad yazdığı mektuplarda Refet Beye iltifatkâr hitaplarda bulunurdu. Mesela, bir mektubun başına şu notu düşer: “Şu fıkra aklen Hulûsi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Refet Beyin mektubudur.”
Bediüzzaman’ın Refet Beye “Seni yeni değil, Hulûsi gibi eski bir talebe olarak kabul ettim.” demekle ona iltifat etmekte ve arkasından gelen cümle ise yapacağı görevleri hatırlatmaktadır:
“Talebeliğin hâssası şudur ki: Yazılan Sözlere kendi malı gibi sahip olmalıdır. Kendisi telif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp neşrine ve ehil olanlara iblâğına çalışmaktır.”
Risale-i Nur “tekniğe meydan okurcasına” yıllarca elle yazıldı ve çoğaltıldı. Bu hizmette iki isim birlikte zikredilir: Refet Bey ve Hüsrev. Onların hizmeti takdirle ifade edilir. Barla Lahikasında “Risale-i Nur’un Isparta’ya ne derece rahmet olduğuna delâlet eden bir tevafuk-u acibe”nin anlatıldığı mektub şu cümle ile başlar: “Refet Bey ve Hüsrev gibi Risale-i Nur şakirtlerinin Risale-i Nur bereketine işaret eden buldukları lâtif bir tevafuktur.”12
Bediüzzaman Refet Beyin özel hayatıyla da ilgilenmiştir. Refet Bey’in evlenmesi üzerine kendisini tebrik ettikten sonra hem kendisine hem de eşine dua eder. Yeni hayatında da hizmetinin devamı dileğinde bulunur.13 Bir kız çocuğunun dünyaya gelmesi üzerine yine mektup yazar ve bu zamanda anne-babalar için kız evladın daha hayırlı olabileceğine işaret ederek, Refet Bey’in kızının adını bile belirler; “...Âsım Bey gibi senin de bir kız evlâdının dünyaya gelmesi, meşrebimizde en mühim esas şefkat olduğu cihetiyle ve şefkat kahramanları kızlar olduğundan ve en sevimli mahlûk bulunduğundan, daha ziyade tebrike şâyansınız. Zannederim, bu zamanda erkek çocukların tehlikesi daha çok. Cenab-ı Hak onu sizlere medar-ı tesellî ve ünsiyet ve evinize küçük bir melâike hükmüne getirsin. “Rengigül” ismi yerine “Zeynep” olsa, daha münasiptir.”14
DİPNOTLAR:
1- Son Şahitler, c. 1, s. 382
2- Kastamonu Lahikası, s. 166
3- Şualar, s. 265
4- Emirdağ Lahikası, s. 116
5- Lem’alar, s. 244
6- Lem’alar, s. 272
7- Şualar, s. 790-791
8- Barla Lahikası, s. 539
9- Lem’alar, s. 284; Barla Lahikası, s. 552-554
10- Barla Lahikası, 555
11- Lem’alar, s. 194-207
12- Barla Lahikası, s. 119
13- Barla Lahikası, s. 173
14- Barla Lahikası, s. 187