"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İÜ Arap Dili ve Edebiyatı üzerinden bir sistem eleştirisi

Emine Sultan Çakır
02 Eylül 2021, Perşembe 02:39
Büyük bir hevesle üniversite eğitimine başladıktan sonra sistemin hantallığını ve geri kalmışlığını fark ederek hayal kırıklığına uğrayan pek çok kişi gibi, ben de mezun olduğum bölümü okurken yaşadığım zorlukları, bazı öğretim görevlilerinin eğitim metoduna duyduğum öfkeyi ilân etmek ve sistemi olabildiğince yermek istedim.

Emine Sultan - İSTANBUL

Bu yazıyı yazmayı uzun bir zamandır planlıyordum, fakat nereden başlayacağımı bir türlü bilemedim. Büyük bir hevesle üniversite eğitimine başladıktan sonra sistemin hantallığını ve geri kalmışlığını fark ederek hayal kırıklığına uğrayan pek çok kişi gibi, ben de mezun olduğum bölümü okurken yaşadığım zorlukları, bazı öğretim görevlilerinin eğitim metoduna duyduğum öfkeyi ilân etmek ve sistemi olabildiğine yermek istedim. Bunu yapabilmenin yolu benim için yazmaktan geçiyor. Bu yazı bu kadar geciktiyse bunun bir sebebi; bölümde her şeye rağmen sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz hocaların varlığıdır. Bir de her ne kadar haksızlığa anında karşı çıkmaya çalışsak da bilfiil öğrenciyken söyleyemediklerimizi şimdi mezun ve hür bir şekilde söyleyebilecek olmamızdır. İşte şimdi taze bir mezun olarak İstanbul Üniversitesi, Arap Dili ve Edebiyatı bölümüyle ilgili 2015-2020 yılları arasında yaşadığım şeylerden bahsedeceğim. 

İmam-hatip lisesinden mezun olduğumda Arapçayla tanışmış ve onu çok sevmiştim. Arapça üzerine okumak istiyordum. İstanbul içerisinde gidebileceğim okulları araştırırken de İstanbul Üniversitesi çıkmıştı karşıma. O zamanlar bilmiyordum, ama bizim bölüm epey de köklü bir bölümmüş. 1938 yılında Helmut Ritter adlı Alman bir şarkiyatçının katkılarıyla Arap-Fars Filolojisi adıyla tek kürsü altında dersler verilmeye başlanmış. 1963 yılından itibaren bu iki dil ayrılarak ayrı kürsüler halinde faaliyet göstermeye başlamış. Yani yaklaşık 83 yıllık geçmişi olan bir bölümmüş benim bölümüm. 

Hazırlık senemizde en temelden, alfabeden başlayarak Arapça dersleri görmeye başladık. İki tane hazırlık sınıfı vardı. Fakat anlamsız bir şekilde bu sınıflar, öğrencilerin seviyelerine göre değil de, okul numaralarımızın son hanesine göre oluşturulmuştu. Nihayet derecede sıkıcı ve verimsiz bu derslerin en büyük problemi; belirli bir sisteminin olmayışıydı. Bir şeyler öğreniyorduk, ama yine de tam olarak neyi bilip, neyi bilmediğimizi bilmiyorduk. Aynı kitabı takip eden farklı hocalar derslerimize girip çıkıyordu. Sanki sağlam bir temel atıp onun üzerine planlı bir şekilde binayı yükseltemedik de her gelen bir kazma, bir kürek vurdu, birkaç tuğla dizdi. Böylece bir tarafı mamur, bir tarafı yıkık ucube bir bina çıktı ortaya. Her gelen hocamız parça parça bir şeyler öğretti, ama o parçalar bir bütün oluşturamadı. Ne grameri tam öğrenebildik, ne konuşmayı. Okumamız ve yazmamız hep eksik kaldı. Daha ilk yıldan arkadaşımla “Bu okul beş yıl okunmaz. Erkenden mezun olmamız lâzım” konuşmalarına başlamıştık. 

Her ne kadar eğitimden şikâyet etsek de birinci sınıfa geçmemizle birlikte Yabancı Diller Bölümü’nün zemin katındaki hazırlık sınıfından, Edebiyat Fakültesi’nin 3. katına çıkmak güzeldi. Artık haftada beş gün değil yalnızca üç gün gidiyorduk okula. Fakülteye geçmekle birlikte bölüm hocalarımızla da tanışmış oluyorduk. Birinci sınıf, hazırlığın devamı gibiydi. Yine Arapça gramer, konuşma, yazma derslerimiz vardı. İkinci sınıfta da böyle devam ettik. Fakat okulun verdiği eğitim kesinlikle tatmin etmiyordu. Bu yüzden derdimizi anlatabileceğimizi düşündüğümüz hocalarımıza eğitim sisteminde gördüğümüz eksiklikleri anlatmaya ve çözüm aramaya çalıştık. Bu amaçla ikinci sınıf öğrencisiyken yazdığım görüş maili, bölümümüzün problemlerini ortaya koyuyordu:

Hâlihazırda Arap Dili ve Edebiyatı II. sınıf öğrencisi olarak bölümümüzle ilgili birkaç eleştiri ve görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Böyle bir ihtiyaç hissetmemdeki en önemli sebep kendimde ve sınıf arkadaşlarımda gözlemlediğim şudur ki; Arapça lisanını hakkıyla öğrenemiyoruz. Ama elbette bütün eleştirilerim şahsî ve tecrübî görüşlerdir, sınıf arkadaşlarımdan bazıları bana katılmıyor olabilir. Yine de ben kendi gözlemlerimi maddeler halinde yazmayı uygun gördüm. Dikkate aldığınız için şimdiden teşekkür ederim.

- Öncelikle ders programını ele alacak olursak, derslerimizin üç güne sıkıştırılmış olması ve özellikle bazı günlerin (genellikle Pazartesi günleri) aşırı yoğun olması bizim verimimizi düşürüyor. Beş dakika aralarla yapılan dersler bütün enerjimizi tüketirken günün sonlarında işlenen derslere katılım performansımız düşüyor. Meselâ 2017-2018 Güz döneminde aldığım 10 dersin 6’sı Pazartesi günündeydi. Böyle bir programın ve yoğunluğun ne kadar yorucu olduğunu elbette tahayyül edebilirsiniz.

- Bölümümüz, ismi itibariyle Arap edebiyatını da kapsamakta, fakat şimdiye kadar gördüğümüz derslerde Arap edebiyatıyla herhangi bir etkileşimde bulunmadık. Elbette üçüncü seneden itibaren edebiyat dersleri de göreceğiz, ama Arap edebiyatı gibi derin bir deryayı tanımak için neden bu kadar geç kalıyoruz? Hazırlıktan beri sürekli olarak gramer ve çeviri ağırlıklı dersler işliyoruz. Ama işin üzücü yanı gramer ve çeviride de iyi bir durumda değiliz. 

Bu konuda da tesbit ettiğim birkaç problem var:

1- Dönemin ortasında dersin işleyişini ve kitap kaynağını değiştirmek: Hazırlık yılımızda da bu yıl da yaşadığımız bir problem bu. Peki, tam olarak ne oluyor? Hocamız bize senenin başında bir kitap aldırıyor sonra dönem içerisinde sınıfın katılımına bağlı olarak bu kitabın yeterince iyi olmadığını/iyi işlenmediğini fark ederek başka bir kaynağa yöneliyor. Keza, dönemin başlarında kitabı yüzünden okuyarak ders işleyen bir hoca, ilerleyen zamanlarda bu yöntemi beğenmiyor ve uzun uzun yazılar yazdırarak dersi işlemeye başlıyor. Bu tarz değişiklikler dersin bütünlüğünü maalesef bozuyor. Dönem başlamadan çok önce, kullanılacak kaynağın ve ders işleme yönteminin hocalarımız tarafından belirlenmesini ve dönem içerisinde böyle ciddî ve ani değişiklikler yapılmamasını şiddetle talep ediyorum.

2- Gramer konusuna gelecek olursak: Hazırlıktan beri gramer dersleri alıyoruz. Ama grameri hâlâ öğrenebilmiş değiliz. En basit bir gramer kuralı olan “Harf-i cerden sonra gelen kelime mecrur olur/okunur” kaidesini bile okurken çoğumuz uygulayamıyor. Bu kadar açık olan bir gramer kuralını dahi uygulayamıyorsak ciddî problemlerimiz var demektir. Bu problemin giderilmesinde, kullanılan kaynak ve dersin işleniş şekli büyük önem arz ediyor.

3- Çeviri dersi ise hem başlı başına bir ders hem de Dil Uygulamaları, Klâsik Metinler gibi diğer derslerin içerisinde yer verdiğimiz bir dil etkinliği. Ama çeviride de maalesef olmamız gereken seviyenin altındayız. Benim çeviri dersinde yaşadığım en büyük problem; dersin bir bütün gibi değil de parça parça olması. Çeviriyle ilgili hepimiz parça parça bir şeyler biliyoruz, ama yine de tam olarak bir şey bilmiyoruz. 

Çeviri konusunda sınıfımızın durumunu ortaya koymak için hocamızın bize anlattığı şu olay örnek gösterilebilir: Hocamız hepimize Türkçe-Arapça çeviri yapmamız için metinler vermişti. Ve bir metinde en fazla 10 hatayı düzelteceğini söylemişti. Ama gelen çalışmaları görünce bir metinde değil, bir cümlede 10 hata olduğunu söylemişti. Bu durum çeviride de gerekli yetkinliğe ulaşmaktan uzak olduğumuzu maalesef gösteriyor. Çeviri derslerinde, sağlam bir kaynak ve iki dilde de yetkin bir hocanın dersi anlatması azamî önem taşıyor.

4- Konuşma konusu ise bir başka problem. Öyle ki, bu dilin öğrencileri olduğumuz halde ne sınıfta ne evimizde Arapça konuşuyoruz. Konuşan arkadaşlarımız elbette ki var, ama çoğunluk konuşamamaktan muztarip. Hocamız bizi konuşturmak için ne kadar uğraşsa da bu uğraşları gerekli neticeyi veremiyor. Belki bu noktada dersi işleyiş tarzımızı değiştirmek faydalı olacaktır. Çünkü slayt üzerinden işlediğimiz dersler yeterince konuşmamızı sağlamıyor. Bir dinleyici kitlesine slayt sunarak monolog yapmak yerine; oluşturulan çoklu gruplarla daha güncel/kültürel konular belirlenerek diyaloglar yapılabilir, öğrenciler konuşturulabilir. 

Misal: “Kişilerin memleketlerindeki ilginç adetler nelerdir? Yöresel düğünler nasıl olur? Kişi izlediği filmden neler çıkarmıştır?” gibi daha ilgi çekici, güncel, kültürel ve sosyal hayatta daha çok kullanacağımız kelimeleri öğreneceğimiz konular belirlenmesi faydalı olacaktır zannediyorum. Elbette farklı konularda kelimeler öğrenmemizi isteyen hocamızı anlamaktayım, fakat henüz günlük hayatında yaptıklarından bahsedemeyen kişiler için devletlerin sosyal, siyasî yapılarını anlatmaya çalışmak, o da takdir eder ki zorlayıcıdır.

5- Yazılı anlatım konusunda ise gramer ve çevirideki problemlerimizle bağlantılı olarak hem manada hem cümlenin fizikî yapısında çokça hatalar yapıldığı görülmektedir. Bu problemi aşmak için de kalıpları ve makale/mektup/dilekçe gibi metin tiplerini öğrenmenin yanında, belki bunlardan çok daha önce, kişiler yazı yazmaya teşvik edilebilir. Çünkü bu dersi aldığı, metin çeşitlerini öğrendiği halde oturup bir parça yazı yazmayan kişiler olduğunu ben şahsen biliyorum. Öğrencinin yazı yazmadan, yazılı anlatımı teorikte öğrenmesinin faydası ise ne yazık ki çok azdır.

Netice: Bütün bu yazdıklarımda asıl amacım aldığımız eğitimin güzelleşmesidir. Daha önce de belirttiğim gibi yazdıklarım benim kendi şahsımda ve sınıf arkadaşlarımda gözlemlediğim şeylerdir. Şu anki eğitimden memnun olmayanların yanında bu sistemi beğenenler ve savunanlar da olacaktır. Ama elbette ki bu, bizi bir şeyler yapmaktan alıkoymamalı diye düşünerek eleştiri ve görüşlerimi sizlerle paylaştım. Okuduğunuz için teşekkür ederim.”

Derdimizi anlatabildiğimiz hocalarımızdan birisinin talebi üzerine yazdığım bu görüş mailinden sonra bir şeyler değişti mi? Maalesef. Ama tarihe not düşmek açısından güzel olmuş, elhamdülillah iyi ki yazmışım diyorum. Acaba yumuşak üslûbun arkasındaki öfke, başkaları tarafından da hissediliyor mu? 

Üçüncü sınıfa geldiğimizde problemler devam ediyordu, ama biz birkaç arkadaşla birlikte bir şeyler yapmaya karar vermiştik. Bir hocamızdan okuma etkinliği yapma ricasında bulunduk. Böylece arkadaşımın bulduğu İngilizce bir kaynak üzerinden Arapça edebî metin parçaları okumaya başladık. Hocamızın kendi boş vaktinden ayırıp bizimle böyle bir faaliyeti yapması kesinlikle çok kıymetliydi. Hatta daha sonra arkadaşımın bulduğu bu kaynak, 3. ve 4. sınıfta aldığımız Arapça Modern Metinler dersinin ana kaynağı oldu. 

Bahsi geçen bazı dersler güzeldi de, Konuşma dersi ve Konuşma dersinin konuları ve Klâsik Dönem Arap Edebiyatı dersleri… Bu derslerle ilgili problemleri anlatmaya nereden başlamalıyım? Yukarıda bahsi geçmişti, ama konuşma dersini slayttan yazı okuyarak işlemek hangi dil öğretim metoduna uyuyordu? Bir hocanın konuşan, öğrencilerin dinleyici konumunda olduğu bir derste konuşma nasıl öğrenilir? Daha dili doğru düzgün öğrenememiş, kendisini tanıtmayı bilmeyen öğrenciden Suriye’nin sosyal ve siyasî yapısını anlatmasını beklemek olur şey miydi? Bir de bu dersin sınavı var. Herkes hocanın kapısında sıraya girerdi. Sırası gelen kişi hocanın odasına girerek olanca gerginliğiyle sorumlu tutulduğu ülkenin sosyal, siyasî yapısını ezbere anlatmaya çalışırdı. Yorum yok, salt bilgi. Ezberlemeniz lâzım. Konuşma dersinde neden ezber vermek zorundaydık ki? Bir de konuşmalarınız hoca tarafından videoya kaydediliyor. Duyduğuma göre bunun bir sebebi “öğrenci neden düşük aldığını sorgularsa hocanın video kaydını açıp gösterebilmesi” imiş. Bilmiyorum, bu sebep geçerli bir sebep miydi? 

Klâsik Dönem Arap Edebiyatı dersindeyse işlediğimiz ders kitabını aynen, metin ve etkinlikleriyle beraber deftere geçirmemiz gerekiyordu. Bundan artı ve eksi alıyorduk, bu artı ve eksiler de sınav notumuzu etkiliyordu. Bu dersimizin hocası, yazımızın gelişmesi ve kelime yazılışlarını iyice öğrenmemiz için böyle bir uygulamaya mecbur tutmuştu bizi. Ben de “Hocam, siz bana bir konu verseniz de ben o konu hakkında özgün şeyler yazsam olmaz mı? Kitabın 10 sayfasını aynen deftere geçirmektense orijinal 2 sayfa yazmış olurum” mealinde bir teklif sunmuştum. Çünkü kitabı aynen deftere geçirmek çok ağır bir iş yükü olduğu gibi, kendisinden beklenen faydaları da yeterince vermiyordu. Fakat hocamız “Yok, öyle olmaz. Herkes senin dediğin gibi yaparsa ne olacak?” mealinde bir cevapla reddetmişti. Belki böyle bir cevap vermesinde 82 kişiyle bu alandaki en yüksek kontenjan oranına sahip olmamız da etkili olmuştur.

Bölümümüzde hâkim olan ezberci, tek tipleştirici yöntemlerden ne kadar rahatsız olduğumu ifade edebilmem hakikaten güç. Her ne ise, ben bu ödevlerin hiçbirini yapmadım. Ve ödevlerini yapan pek çok arkadaştan daha yüksek bir ortalamayla mezun oldum. 

Dördüncü sınıf da hemen hemen aynı geçti. Sadece ikinci dönemde pandeminin ilân edilmesiyle birlikte çevrimiçi eğitime geçmiş olduk. Ve bitmez dediğimiz okul bitti. Nihayetinde biz Arapça tek bir kitap bile -baştan sona- okumadan mezun olduk. Türk Dili ve Edebiyatı okuyan birisinin tek bir roman okumadan mezun olması gibi abes bir şey bence bu. Evet, edebî eserlerden parçalar okuduk, ama hiçbir zaman bütün bir romanı okumadık. Ama sorsanız, Arap yazarlar ve onların hayatlarıyla ilgili lüzumsuz bilgilerden aklımızda kalan kırıntıları söyleyebiliriz. Arapça dört başı mamur bir metin yazmadık hiç, ama metin çeşitlerini ve nasıl yazılmaları gerektiğini iyi biliriz. 

Yazıyı buraya kadar okuyanlar sorabilir: “Neden yazdın bunları? Lüzum var mıydı?” Evet vardı. Bir yanlışlığın ve Türk eğitim sistemindeki o derin yaranın bir ucu böylece tasvir edilmiş ve ortaya konulmuş oldu. Hem anlatmasam olmazdı. Çünkü okuldaki bazı hocalarımın metotları dışında beni en çok rahatsız eden şey; sınıf arkadaşlarımın umarsızlığı olmuştu. Bahsettiğim problemleri sınıf içerisinde hocanın yüzüne karşı -defalarca- ifade ettiğim halde o anlarda kimse destek çıkmadı. Ders bitip, sınıf dağılınca tebrik ettiler, ama. İşte böyle bir olaydan sonra bu yazıyı yazmaya karar vermiştim. Kendilerini eleştirdiğim hocalarım bu yazıyı gördüklerinde bana kızmamalılar. Ben onların yüzlerine karşı ve sınıfın ortasında beyan ettim fikirlerimi. Bazıları ise “Aman bir şey demeyelim, zaten az kaldı mezun oluyoruz. Bir şeyin de değişeceği yok.” diyerek hocalarımızın arkalarından konuştular. Her ne ise… 

Asrın ihtiyaçlarına cevap veren, öğrenci odaklı ve değişime açık, sağlam bir eğitimin temellerinin atıldığı yarınlara ulaşmak ümidiyle.

Okunma Sayısı: 6790
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali

    2.9.2021 09:36:00

    1978 de Sanat Tarihi bölümü mezunuyum.Taa o zaman da aynı/ benzer sıkıntılar yoğundu.Fakültenin namı ve şanı bizi ayakta tutuyordu. Denir ki; fakülte neyi nasıl öğreneceğiniz öğretir.Siz de bu yöntemi anlamışsınız. Ayrıca; okul vesilesiyle İstanbul'un sosyokültürel vs inden yararlan sömür. Biz de o zaman büyük ölçüde bunu yaptık. Yazdıklarınız doğru yolda olduğunuzu gösteriyor, size iyi bir Arapça hocalığı yakışır..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı