"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Zaruret, nereye kadar?

26 Temmuz 2019, Cuma

Eski Said Döneminde Bediüzzaman’ın Zaruret Haline Bakışı

Bediüzzaman Eski Said döneminde siyasî ve idârî konularda zaruret prensibinin mutlaka kullanılması gerektiği kanaatindedir.

MeşrUtiyetin yerleşmesi için zarûret prensibine ihtiyaç vardır.

Bediüzzaman’a göre istibdadın esası kuvvettir. Müstebit bir kurdun, bîçare bir koyunu parça parça etmesi gibi kuvvetli olanın zayıfı ezmesi hali, hayvanların aslî kanunlarındandır. İstibdat bir nevi hayvanlıktır. Şeriat, istibdatı izâle için yeryüzüne gelmiştir. Meşrûtiyetin esası hak ve meşverettir. Meşrûtiyette kuvvet şahısta değil, kanundadır. 

Daha sonra konuyu zaruret haliyle ilişkilendirerek meşrûtiyetin şeriata aykırı olduğunu söyleyenlere karşı şu ifadeleri kullanır: “Ruh-ı meşrûtiyet, şeriattandır; hayatı da ondandır. Fakat ilcâ-i zaruretle (zaruretin zorlamasıyla) teferruat (hükümlerde farklılık) olabilir, muvakkaten muhalif (aykırı) düşsün. Hem de, her ne hâl ki, meşrûtiyet zamanında vücuda gelir; meşrûtiyetten neş’et etmesi lâzım gelmez. Hem de hangi şey vardır ki, bütün ahvali şeriata muvafık olsun; hangi adam var ki, bütün ahvali şeriata mutabık olsun. 

Öyle ise bir şahs-ı mânevî olan hükümet dahi masum olamaz: Ancak Eflâtûn-i İlâhî’nin Medine-i fâzıla-i hayaliyesinde masum olabilir. Lâkin meşrûtiyet ile suistimalâtın ekser yolları münset (kapalı) olur; istibdatta ise açıktır.” 11 “Ehvenüşşerreyn (iki şerden daha hafif olanını tercih etmek), bir adalet-i izafiyedir.” 12 Bu ifadesiyle de Bediüzzaman her zaman adalet-i hakîkiyenin (gerçek adalet) tatbik edilemeyeceğini, zaruret hallerinde adalet-i izafiyenin 13 tatbiki cihetine gidilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

Bediüzzaman şahısların hatalarından kaynaklanan bütün sıkıntılara rağmen meşrûtiyetin eskiden var olan padişah hâkimiyetinden daha iyi olduğunu savunur. 

Bu konuda şöyle der: “Bunu da cidden söylüyorum: Eğer meşveret şeriattan bir parmak müfarakat ederse (ayrılırsa), eski hal yüz arşın ayrılmıştır.

Sual: Neden?

Cevap: Bir ince teli, rüzgâr her tarafa çevirebilir. Fakat içtima ve ittihat ile hâsıl olan hablü’l-metîn (sağlam ip) ve urvetü’l-vüskâ (kopmaz ve sağlam kulp) değme şeylerle tezelzül etmez (sarsılmaz). İcmâ-ı ümmet, şeriatta bir delîl-i yakînîdir (kesin delildir). Rey-i cumhûr (çoğunluğun görüşü), şeriatta bir esastır. Meyelân-ı âmme (insanların çoğunun bir şeye meyletmesi, çoğunluk tarafından bir şeyin iyi karşılanması) şeriatta muteber ve muhteremdir. İşte bakınız: Eski padişahların iradesini, Ermeni rüzgârı ve ecnebi havası veya vehmin vesvesesi esmekle çevirebilirdi.” 14

Bediüzzaman’ın zaruret konusunda en orijinal görüşlerinden birisi burasıdır. O zarureti dikkate alanı ölçülü ve dengeli, almayanı ise ölçüsüz, dengesiz, zâhire ve görünüşe saplanan bir kişi olarak görmektedir ki, bu kişinin yolu da çıkmaz sokaktır.

Ermenilerin vâli ve idareci olmaları bir zaruret hükmüdür.

Bediüzzaman’ın bu konudaki ifadeleri şöyledir: “İşte me’muriyet filcümle (kısmen) ve askerlik bilcümle (tamamen) bizde olduğu için, servetimizi israf eline verip neslimizi etrafa saçıp zayi ettik. Eğer öyle gitse idi, biz de elden giderdik. İşte onların asker olması, zarurete yakın bir maslahat-ı mürseledir. Hem de mecburuz. Mesâlih-i mürsele ise, İmâm-ı Mâlik Mezhebi’nde bir illet-i şer’iyye olabilir.

S– Şimdi Ermeniler kaymakam ve vâli oluyorlar, nasıl olur?

C– Saatçi ve makineci ve süpürgeci oldukları gibi… Zira meşrûtiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrûtiyet doğru olursa; kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır. Gayr-i müslim reis olamaz, fakat hizmetkâr olur. Farz ediniz ki, me’muriyet bir nevi riyaset ve bir ağalıktır. Gayr-i müslimlerden üç bin adamı ağalığımıza, riyasetimize şerik ettiğimiz vakitte; millet-i İslâmiye’den aktâr-ı âlemde üç yüz bin adamın riyasetine yol açılıyor. Biri zâyi edip, bini kazanan zarar etmez.

S- Şerîatın bazı ahkâmı, meselâ vâlilerin vazifelerine taallûku var.

C- Bundan sonra bizzarure hilâfeti temsil eden Meşîhât-ı İslâmiyye ve diyânet dairesi; hem âlî (yüksek), hem mukaddes, hem ayrı, hem nezzâre (gözetici) olacaktır. Şimdi hâkim, şahıs değil efkâr-ı âmme olduğu için, onun nev’inden şahs-ı mânevî bir fetvâ emîni ister.” 15  “İşte şu hâkimin fetva emîni, Meşihatta mezâhib-i erbaadan (dört mezhepten) kırk – elli ulemâ-i muhakkik (araştırmacı âlim) bir meclis-i mebusân-ı ilmiye (seçilmiş bir ilmî meclis) teşkiliyle şahs-ı manevîleri, öteki şahs-ı mânevîye fetva eminlik edecektir. Yoksa, hâkim ve müftü bir cinsten olmazsa, birbirinin lisanını anlamazlar. Zira şahs-ı vâhid (tek kişi) şahs-ı mânevîyi kandıramaz ve tenvîr edemez.”  16 

Mağlub İslâm milletleri, zaruret prensibini kullanmak mecburiyetindedirler.

Bediüzzaman Sünûhat adlı risalesinde Birinci Dünya Harbi’nden sonraki İslâm dünyasını şöyle tasvir eder: “İşte Hind, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs bîçare vâlideleri olduğunu “ba’de harabi’l-Basra” anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. İşte Arab, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vaveylâ ediyor. İşte âlem-i İslâm, bayraktar olduğu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, vâlide gibi saçlarını çekip âh-u fizar ediyor. Milyonlarca ehl-i İslâm, hayr-ı mahz (mutlak hayır) olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek (yolculuğa çıkmak) yerine, şerr-i mahz (mutlak şer) olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler ettirildi.”

Bu sözlerin arkasından Bediüzzaman Arapça olarak şu ifadeyi kullanıyor: “Fa’tebirû: Kemâenne’d-darûrâtitübîhu’l-mahzûrâti; kezâlike, tüsehhilü’l müşkilât.” 17 Yani “Bundan ibret alınız: Zaruretler haram olan şeyleri mubahkıldığı gibi, zor ve çetin olan şeylerde de kolaylık sağlar.” 

İslâm milletlerinin dağınıklığından sonra bu ifadeyi kullanmakla, ister istemez bundan sonra siyasî ve idarî konularda zaruret hükümlerine göre hareket etmek mecburiyetinde olduklarını anlatmaya çalışır.

Bediüzzaman, maslahat ve zaruret sebebiyle yalan söylenmeyi doğru bulmaz.

Hutbe-i Şâmiye’de konuyla ilgili sözleri şöyledir: “Amma maslahat için kizb (yalan söylemek) ise, zaman onu neshetmiş. Maslahat ve zaruret için bazı âlim “muvakkat” fetvası vermişler. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünkü o kadar su-i isti’mâl edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez. Meselâ: Seferde namazı kasretmenin (kısaltmanın) sebebi, meşakkattir. Fakat illet 18  olamaz. Çünkü, muayyen bir haddi (sınırı) yok. Su-i isti’mâle düşebilir. Belki illet yalnız sefer olabilir. Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeğe illet olamaz. Çünkü, muayyen bir haddi yok, sû-i isti’mâle müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetvâ ona bina edilmez. Öyle ise İmmâ’s-sıdku ve immâ’s-sükût. 19 Yani yol ikidir, üç değildir: Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir. Bediüzzaman’ın maslahata dayanan zaruret sebebiyle yalan söylenmesini caiz görmemesi onun siyaset ve idare dışındaki konularda zaruret halini geniş tutmak istemediğini gösterir.

Dipnotlar:

11- Bediüzzaman Said Nursî, Beyanat ve Tenvirler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2000, s. 49.

12- Nursî, Beyanat ve Tenvirler, s. 50.

13- Zamanın şartlarının zorlaması neticesinde kullanılan ve iki şerden daha hafif olanının tercih edilmesi esasına dayanan adalet. Topluluğun selâmeti için ferdin hukukunu nazara almayan adalet. Nisbî adalet. Burada adalet-i izafiye tabirini daha çok birinci anlamda kullanılır.

14- Nursî, Beyanat ve Tenvirler, s. 50-51. (Münâzarât, s. 37-41’den naklen).

15- Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, Envar Neşriyat, İstanbul 1993, s. 39-40.

16- Nursî, Beyanat ve Tenvirler, s. 64.

17- Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat Tuluat İşarat, Envar Neşriyat, İstanbul 2006, s. 59-60.

18- Hükmün konulmasını münasip gösteren durumu genellikle ihtiva eden açık seçik vasıf.

19- “Ya doğru söylemek, ya da sükût etmek.”

Okunma Sayısı: 6342
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı