Neye niyet etsem, ne yapmaya çalışsam, hep O’nun dediği ve O’nun istediği, hep hakkımda hayırlı oluyor.
Yani Rabbimin... Anlıyorum ki, O’nun yönlendirdiği istikamet benim için daha selâmetli. Bazen planlarım umduğum gibi çıkmıyor. Yaz havası bekliyorsunuz, O veriyor kış havası... Ama kışın içinde de bulursun yaz havası. Yeter ki O razı olsun.
Yazıda bütünlük aranıyor, hayatta da öyle.
Kare kare yazıyoruz. Kare kare yaşıyoruz. Kompozisyonu ibadetle bütünleyen, ideali gözden kaçırmayan, Allah’ın dediği vakitlerde huzurda olan kazanıyor.
Gelişme paragrafının ucu açık olsa da, hayatın içindeki anlar bazen istenilmeyen yöne doğru aksa da, mühim olan İlâhî emrin dışına çıkılmaması. İşte öyle olduğunda, hayatın iki ucu ne kadar açılırsa açılsın, sonunda daire birleşiyor, tamamlanıyor.
Derdi dünya olanın derdi bitmiyor. Derdi ahiret olanın dünyadaki işleri de bir şekilde yürüyor.
Dünyayı ahirete götüremeyeceğimize göre, nasıl yaşamalıyız peki?
Evet, öyle yaşayalım ki, yaşadığımız dünya bizi ahirete götürsün… Dünyayı sırtımızda taşıyacağımıza göre, dünya bizi sırtında taşısın. Dünya, ahirete götüren bir burak olsun bizim için.
Sevdim bu cümleyi. Yazan da yazdığına hayran kalabilir yani… Aşçı yaptığı yemeye kendisi müşteri olmazsa aç kalır.
Üstad’ın yazdığı bütün yazılara önce kendisinin müşteri olması gösteriyor ki, bunda da hakikat payı var.
Yılda dört mevsim olduğu gibi, ömürde de nasibi olanlara dört mevsim var.
Öyle yaşayalım ki, yaşadığımız yanımıza kâr kalsın. Öyle yaşayalım ki, ebedî hayatta da hayırlar görelim. Yılın her günü upuzun bir mevsimdir. Uzun ya da kısalık önemli değil. Aslolan, onun Allah için yaşanmış olup olmamasıdır.
16 saniyelik bir video seyrettim. İki küçük çocuk, yarım metrelik bir geçidi geçmeye çalışıyorlar. Kız çocuk geçemiyor. Erkek kardeşi aradaki boşluğu ayaklarıyla köprü yapıp tamamlıyor. Kız çocuğu böylece karşıya geçebiliyor.
Evet, ne zaman içimizden biri köprü olmaya razı olursa, karşıda bulacağımız çok güzellikler var. İçimizden biri köprü olmadığı sürece bu sahillerde daha çok bekleyeceğiz.
Bekleriz daha çok bu sahillerde…
Beklemeye gerek yok. Hayat ertelemeye gelmez. Harekete geç yeter.
Ömrün kısalığı uzunluğu fark etmez. Mühim olan, o ömrün Allah için yaşanmış olması.
En uzun ömür, Allah için yaşanmış ömürdür.
Öyle bakıldığında Allah Rasulü’nün (asm) hayatını 63 yıllık zaman dilimine hapsedemeyiz. Her anında asırlar gizlidir onun.
Hayatı böyle gören aldanmaz.
Allah her anımıza binler seneler verebilir.
Hayırlı işlerin muzır manileri çok olur.
Şimdiden hayırlara, güzelliklere niyet edelim ki, hayatımız güzel olsun…
Diyelim ki işler istediğin gibi yürümüyor… O zaman da kadere teslim olmaktan başka çare mi var?
Kudüs fatihi, büyük kumandan Selâhaddin Eyyubî, üstesinden geldiği bunca şaşaalı işlerin yanında, son derece mütevazı bir hayat sürerdi. Bir kimseyi haksız yere incitmekten Allah’a sığınırdı. Engin bir hoşgörüsü ve umman gibi merhameti vardı.
Bir gün, bir kölesinden su istedi. Köle, suyu aldı geldi. Fakat su, Selâhaddin’in içemeyeceği kadar soğuktu.
“Bu çok soğuk, biraz ılık olsun!” dedi.
Köle suyu aldı gitti. Az zaman sonra, hamam suyu gibi, neredeyse sıcak bir su ile geldi.
Sultan Selâhaddin, getirilen sudan yine memnun olmamıştı. Ama köleyi bir kez daha mahcup etmeye de gönlü razı gelmedi.
“Ya Rabbi! Bugün istediğim gibi bir su içmek bana nasip değilmiş.” dedi ve suyu içti.