"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Doğruluk kampanyasına var mısınız?

21 Kasım 2014, Cuma 10:36
Dr. Hakan Yalman, yalan söylemenin kişisel ve toplumsal hayatta yaptığı tahribatı nazara vererek okuyuculara "Doğruluk kampanyasına ne dersiniz?" sorusunu yöneltti.

Habibe Işık'ın Dr. Hakan Yalman ile yaptığı söyleşi:

SIDK İMANÎ BAKIŞ AÇISININ SONUCU

Temelde, sıdk, imanî bir bakış açısının sonucu, kizb ise, küfrî bir bakış açısının sonucu… Peki, imanî bir bakışta kizb olamaz mı veya küfrî bir bakışta sıdk olamaz mı? Sıdk bir yerde varsa eğer, kişinin kalbî durumundan bağımsız bir şekilde bunun kaynağı imanîdir. Yani, kişi iman etsin veya etmesin, onda doğruluk varsa, bu hal imanî bir haldir. Tavrın kendisi imanî bir durumdur. Özünde nebevî bir bağlantı olan imanî bir hakikatten kaynaklanıyordur.

İNSAN NİÇİN YALAN SÖYLER?

“Kizb nerden kaynaklanır, bir insan neden yalan söyler?” diye düşündüğümüzde, bence psikolojik anlamda yalanın iki sebebi var: Birincisi sonuç elde etme amaçlı, ikincisi de gelecek zararlardan kurtulma maksatlı… İkincisinin kaynağında korku var. İnsan istemediği bir sonucun ortaya çıkmasından ve zarar görmekten korktuğu için yalana başvurur. Bunun altında yatan asıl şey ise, esbabperestliktir. Sebep-sonuç ilişkisinde, sebebin sonucu doğurduğu hakikati var. Sebeplere bağlılığın yoğun etkisi ve doğacak sonuçtan duyulan endişe insanı yalana sürükleyebiliyor. İmanî bir tavrın olup olmadığı burada çıkıyor ortaya. Kişi imanlı olabilir, ama hayatında kizb varsa, bu imanî bir tavır değildir.

YALAN SÖYLEYEN KİŞİNİN HÜKMÜ 

Onu Adil-i Mutlak topyekûn bir değerlendirmeye tabi tutacak. Çünkü, bizim bu kişi hakkında herhangi bir hüküm ortaya koyabilmemiz çok doğru olmaz. Onun bir yalanına şahit olabiliriz; ama biz her zaman hüsn-ü zanla yaklaşma konumunda olacağız. Zaten kişinin kendisi de, çevresindekiler de bu durumun imanî bir tavır olmadığının farkında olacaklar. Kişiyi ayrı,  ortaya koyduğu tavrı ayrı değerlendirmek gerekir. Böyle baktığımızda, bu davranış imanî bir davranış değildir; ama kişi imanlı mıdır, değil midir, buna biz karar veremeyiz. Yani, imanlı bir kişiden imanî olmayan bir davranış; imansız bir kişiden de imanî bir davranış ortaya çıkabilir. 

YALAN SÖYLEYEN KİŞİYE BAKIŞIMIZ NASIL OLMALI?

Olabildiğince hüsn-ü zan esaslı bakmalıyız; ama davranışın kendisini de çok net bir yere oturtmalıyız. Kişiyi bir yere oturtamayız çünkü, bu bizim yapabileceğimiz bir şey değil. Bu çok faktörlü bir şey. Kişi mü’min midir, değil midir? Burada kalp devreye giriyor, kişinin Allah ile olan bağlantısı devreye giriyor. Bunun kararını biz veremeyiz. Bu durumda, kafir tabirini hiç kimse için kullanamayız.

KÜFÜR BÜTÜN ÇEŞİTLERİYLE KİZBDİR

Küfrün çeşitlerine baktığımız zaman, kişi kendi varlığını değerlendirme açısından küfür konumundaysa, bu, Rabbini yalanlamaktan, O’nu inkâr etmekten, dolayısıyla varlığı inkâr etmekten kaynaklanan bir tavırdır. İnkâr; bir tür yalanlama ve itham oluyor. Anlamsızlıkla, abesiyetle itham ve bunlardaki hakikatin doğru olmadığını iddia şeklinde bir ithamdır… Diğer taraftan, küfrî bir davranış içerisinde olmak, yalan beyanda bulunmak veya yalan bir tavır sergilemek; meselâ namaz kıldığı halde birine olan borcunu vaktinde ödememek, birine söz verdiği halde sözünde durmamak. Bunlar küfrî tavırlardır. Bu davranışların arka planında Rabbini itham var. Nasıl var? Açıktan bir söylem yok, ama davranışıyla kişi şunu diyor farkında olmadan: “Sen yalan söyleyeni cehennemle cezalandıracağını söylüyorsun, ama bu benim umrumda değil.” Dile getirmese de böyle bir lakaytlık söz konusu. Ve gene farkında olmadan bir meydan okuma var. Üstad Hazretleri’nin, “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork…” ifadelerinden şunu anlamalıyız, mü’min olarak yaşamak çok da sıradan bir iş değil. Dikkatli olmayı, hassas olmayı, ince eleyip sık dokumayı gerektiren bir şeydir.

YALANIN KİŞİNİN DÜNYASINDA TAHRİBATI

Bir kere, çok ciddi bir kişilik dejenerasyonu… Bugün çok farklı kişilik bozuklukları var. Örneğin, narsistlik dediğimiz, benliğin ön planda olduğu, benmerkezli kişilik bozukluğu gibi… Bu kişilik bozukluklarının temelinde aslında kizb algısı var. Bu, psikotik düzeyde değil de nevrotik düzeyde bir bozukluksa, yani kişinin gerçeklikle bağının kopmadığı bir haldeyse, ‘kizb’e eğilimden kaynaklıdır diyebiliriz.

OLDUĞU GİBİ GÖRÜNMEMEK

Bu da bir kizb davranışıdır. Tribünlere oynuyordur. Baktığımızda münafıklık gibi görünüyor. Münafıklığın düzeyi, içinde imanı hissedip hissetmemekle bağlantılı. Yalnız, münafıklık ile münafıklık alametini birbirinden ayırmamız gerekiyor. Bir mü’minde münafıklık alameti gözükebilir. Ama alametinin gözükmesi, münafık olduğu anlamına gelmez. Münafıklık alametlerinden uzak kalmadıkça ve gittikçe hayatında çoğaldıkça, kişi münafıklık noktasına doğru da gidebilir.

KİZB VE SIDK AYNI ÇARŞIDA MI SATILIYOR?

Öncelikle imtihan çetinleşiyor. Mü’minsiniz, ama mü’minler arasındaki emniyetiniz ortadan kalkıyor. Varlıkla olan irtibatınız sarsılıyor. Kendinize güveniniz sarsılıyor. Rab ile kul ilişkisinde de sarsılma ihtimali söz konusu. Bir mü’minin Kur’ân’a gerçek bir ayna olmadığı, Kur’ân’ın o kişinin hayatında hakkıyla yansımadığı bir zeminde, dışarıdan bakan kişi için Kur’ân’a ve Allah’a olan güven de sarsılabiliyor. Karşıdaki kişi Allah’ı ve Kur’ân’ı mü’minlerde görerek tanıma konumunda olabiliyor. Yusuf İslam örneğini verebiliriz burada. “İslâmiyeti Kur’ân’dan değil de Müslümanlardan öğrenmiş olsaydım, asla Müslüman olmazdım.” demişti. Bu kendini Müslüman olarak tanımlayanları çok sarsması gereken bir ifade. Bu nedenle, eğer İslâm halkası içerisinde görüyorsak kendimizi, çok ciddi bir şekilde gözden geçirmemiz lâzım. Kizb, bu pazara girmiş maalesef. Bütün İslâmî toplulukların içine, Kâbe’ye, her ortama girmiş durumda…

Başta ‘kizb’in sebeplerini konuşurken, insanın sonuç odaklı hareket ettiğini söylemiştik. Karşılaşacağı sonuçtan endişe ettiği için yalana başvuruyordu insan. O nedenle sonucu düşünmeyi bırakacağız. Sonuç Cenab-ı Hakk’ın kontrolünde çünkü. Sonucu O’na bırakabilmeyi bir davranış şekline dönüştüreceğiz. Gene yazının başında ‘kizb’in küfürle doğru orantılı olduğunu, imanın tamamen zıddı bir durum olduğunu söylemiştik. Risale-i Nur terminolojisi ile açıklayacak olursak; mânâ-i harfî bakış açısının sonucunda doğruluk, mânâ-i ismi bakış açısının sonucunda kizb ortaya çıkar. Kişi mânâ-i harfi ile varlığa bakıyorsa, hayatında yalan emaresi olmaz. Bu bakış açısında sebebin sonucu doğurduğu anlayışı değil; sebebin ve sonucun Allah’ın elinde olduğu ve mü’minin sadece Allah’a yönelmek, Allah’tan istemek konumunda olduğu gerçeği var. Eğer kişi sebeplerden medet umarak, sonucu kendi istediği şekilde elde etmeye çalışırsa; örneğin işçi, patronuna yaranmak için onun istediği şekilde hareket edecek ki, istediği sonuca ulaşsın, böyle olunca yalanın mübah hale geldiğini sanıyor.

PEMBE Mİ, GRİ Mİ?

Herkes önce dünyasından başlamalı, kendini sorgulamalı. Hangi noktalarda zaafa düştüğümüzü fark etmemiz gerekiyor. Hepimizin sebepçi bir kişiliği var, öyle yetişmişiz. Hemen hemen hepimizin dünyasında var ‘pembe’ yalanlar. Ama pembe dememeliyiz buna. Çünkü pembe güzel gösteren bir renk. Oysa yalanın pembeliği yok, yalan karanlık bir şey. Ancak gri bir yalan diyebiliriz belki. Çok kara olmasa da belki gri yalanlardır.
İmtihan dedik ya, biz sanıyoruz ki, sadece namaz kılmakla, belli emirlerle imtihan oluyoruz. Namaz kılıp kılmamak net bir durumdur zaten. Kılmadığımızda zaten imtihanı kaybedeceğimizi biliyoruz. Ama namaz kılan birinin imtihanı bitiyor mu? Namaz kılan birinin imtihanı da doğruluk noktasındaki hassasiyetleriyle, ölçüleriyle devam ediyor. Kazanıp kaybetme kriteri de, sıdk ile kizb arasında durduğu yere göre belli oluyor. Ne kadar sıdk varsa hayatımızda o derece namaz doğrultusunda hareket ediyoruzdur. Aynı şekilde kizb ne derece hayatımızdaysa, o ölçüde namazdan uzaklaşıyoruzdur. 

DOĞRULUK KAMPANYASINA NE DERSİNİZ?

Çok yaygın bir durum var ya, her şeyle ilgili kampanya yapılıyor. Belki de bizim en çok ihtiyacımız olan kampanya ‘doğruluk kampanyası’ olmalıdır. Mü’minler murakabe yoluyla zaman zaman birbirlerini sigaya çekmeliler. Bunun için kendimizi başkası tarafından sigaya çekilebilir konumda görmeliyiz ve danışmalıyız birbirimize. En yakınımızdakilere, ‘Sen beni hangi noktalarda hatalı görüyorsun, sence hayatımda yalan var mı, varsa ne derece var? Beni sorgular mısın, değerlendirebilir misin?’ diyebilmek lâzım. 

KİZB İLE GIYBET

‘Kizb’in küfrî bir bakış olduğunu söylemiştik. Kişinin hayat algısı sıdk doğrultusunda olduğu halde, zaman zaman ‘kizb’e kayan davranışlarının olabileceğine de değinmiştik. Şimdi, kişi hayatının merkezine sıdkı tamamen oturttuğunda zaten bir başkası hakkında olumsuz bir düşünce beslemez. Psikolojide ‘yansıtma’ dediğimiz bir şey var. Kişi kendisindeki olumsuzlukları sanki karşısındakine aitmiş gibi görebiliyor. Gıybete gelmeden önce kişi, başkası hakkında olumsuz bir düşüncesi varsa kendisini sorgulaması gerekiyor. Hüsn-ü zannın hayatımızdaki öneminden de bahsetmiştik. Birileri hakkında olumsuz düşüncelere sahipse ve hayatında hüsn-ü zan yoksa, kişi problemli bir haldedir. Sebeplere hep sonuç odaklı baktığı ve olayların lehine gelişmesini istediği için, ben merkezli hareket ediyor ve insanlar hakkında olumsuz düşünceler içerisinde oluyor. Kendi kriterlerine uyan ve uymayan diyerek kişileri mihenge vuruyor. Duygu, düşünce boyutunda başlıyor bu. Çünkü mânâ-i harfî ile bakmıyor. Böyle olunca ‘kizb’e yakın bir hal ortaya çıkıyor. Bu noktada kişi kendini sorgulayamadığında, kendi bakışındaki hatayı göremediğinde gıybetin yolu açılıyor. Olumsuz düşünceler, olumsuz sözlere rahatlıkla dönebiliyor. Bu noktadan baktığımızda gıybetin önüne geçecek esas şey; kişinin bakış açısındaki ve diğer insanlarla ilgili değerlendirmelerindeki olumsuzlukları görerek bunlardan uzaklaşması ve olumlu bir bakışa sahip olmaya çalışmasıdır. Bu da elbette mânâ-i harfî bakış açısıyla mümkün olabiliyor. 

KİŞİYİ Mİ ELEŞTİRMELİYİM, FİKRİ Mİ?

Bu durum kişinin yanlışı, hatası olarak değil de, fikrin yanlışlığı olarak dile getiriliyorsa, samimi bir yaklaşımdır. Ama kişinin hatası olarak görülüp konuşuluyorsa, hatalı bir durumdur. Fikirler tartışılabilir, ama kişiler değil diyebiliriz. Konunun kişi bağlantılı dile getirilip kişi üzerinden tartışılmasının hiçbir faydası yok. Bu kişi hakkında olumsuz bir kanaat, hatta düşmanlık oluşturmaktan öteye geçmez, fayda sağlamaz. Fikir yanlışsa, fikrin üzerine yoğunlaşmak lâzım.

ÖZETLE

Özetle şunu diyebiliriz, bizim temel imtihanımız; Rabbimizle olan irtibatımızda doğru yerde durup veya durmamaktır. Kişinin Rabbiyle olan bağlantısının zeminini sıdk oluşturur. Dolayısıyla kişi imanî bakış açısında ve yaşayışında ‘sıdk’ı hedeflemeli. Aksi halde ‘sıdk’tan uzaklaşırsa, imanî noktalarda da sapma yaşar. Bunun için hayatın tamamen sıdk üzerinde şekillenmesi, zannın ve bakışın usül üzere olması lâzım.  Bundan uzaklaştıkça ‘kizb’e yaklaşacağını bilmesi gerekir. ‘Kizb’e yaklaştıkça, olumsuz bakış açıları yer edinir hayatında ve bu da kişiyi karamsarlığa, en nihayetinde de ümitsizliğe götürür. Burada kizb ile yeisin de bağlantısını görmüş oluyoruz. Diyebiliriz ki, kizb insan hayatında oluşabilecek bir çok olumsuzluğun kaynağıdır. 

“Ahlâk-ı âliyenin, hakikatin zeminiyle olan rabıta-i ittisali ciddiyettir.” Muhakemat

Yukarıda ‘‘Hazer et, dikkatla bas…’’ diye değindiğimiz nokta var ya, kişi doğru olmakla birlikte, doğru da kalabilmeli. Ciddi bir imtihan olduğu için ciddiyeti gerektiriyor. Belki ‘kizb’in sebeplerinden biri olarak lâkaytlığı da saymamız lâzım. Önemsememek de söz konusu. Yalan bir bombaysa, çocuk bilmeden bunu elinde taşıyabilir, ama onun bomba olduğunun farkında olan bir yetişkin kesinlikle eline alamaz. Öbür türlü lâkaytlık ve cehalet  eseri göstermiş olur. Bu da ahlâk-ı aliyeyi kurutur. Her şeyin kuruduğu bir ortam düşünün, verimsizlik hâkim olur. İnsan ise meyve vermesi gereken bir varlık. Kurutmamalı kendini. Zahirî ve batınî durumu da göz önünde bulundurmalıyız. İnsan zahiren çok şaşaalı görünebilir, ama içten kurumuştur. Problem burada. Bugün İslâm dünyası zahiren çok parlak görünen haller yaşasa da, batınında ve özünde maalesef bir kurumuşluk var. 

İMAN SUYUYLA SULANIRSA…

Ufak bir kırıntı, bir hayat emaresi varsa, orda yeniden yeşermek söz konusu. Bir tohum varsa ondan filiz çıkabilir, bunun için canhıraş bir gayret gerek.  Evet, bugün toplumda kizb çok ciddi bir yara. Ticarette, siyasette, hayatın her yerinde kendini gösteriyor bu. Ama, bunun farkına varmak ve ‘sıdk’ın hâkim olabileceğine inanmak çok önemli. Bunlar bir araya geldiğinde inanıyorum ki, yanlışlar sona erebilir ve küresel bir doğruluk ve saadet asrı yaşanabilir. Bu siyaseten, dışa yönelik çalışmalarla değil de; insana, insanın içine bakan bir yönelişle çözülecek bir şey. Güçlü toplumdan bahsediyor ve bunu istiyoruz ya, bunun olabilmesi güçlü insana bağlı, bu güç de imandan gelirse, ancak gerçekçi olur ve topluma fayda sağlar. Sonuç olarak; sıdk enfûsî eksenli gerçekleşebilecek bir hakikat ve imanî bir hürriyetle meydana çıkabiliyor. Kâinata ancak o şekilde meydan okunabilinir. Bu meydan okumanın temel esprisi de şu ki; kâinatta ne olursa olsun, hangi çarklar insana saldırsa da doğru kalmayı başarabilmek, dik durabilmektir. Sonuç odaklı olup, sonuç uğruna kendi değerlerinden taviz vermemek, korkmamak ve sonucu Rabbe bırakmak insanı rahatlatan ve güçlendiren en selametli yol.

Okunma Sayısı: 2336
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • şahin tokmak

    21.11.2014 11:37:39

    Bu tür uzun yazıları 2-3 güne paylaştırılırsa hem takibi hemde bu yazının okunma oranı artar. Allah razı olsun güzel bir kampanya.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı