• Gençlerde doğru bir ahlâk tasavvuru oluşturmak öncelikle nesnel bir ahlak tasavvuruna bağlıdır. Nesnel bir ahlak ise ancak vahiy ile şekillenir çünkü ahlakın temelini oluşturan iyilik ve kötülük tanımlamaları vahiy ile belirlenmiştir.
• Ahlâkta adalet, itidal ve istikametin ifadesi olan Sünnet-i Seniyye, hayatının baharında büyük sorgulamalar ve arayışlar içerisinde olan gençlerimiz için biricik “rol model”dir. Bu anlamda Sünnet-i Seniyye’nin rehberliğini en güzel kıvamda günümüze taşıyan “Risale-i Nur meslek ve meşrebi” gençlerimiz için gidilecek en güzel yoldur.
• Said Nursi'nin idealize ettiği nur talebesi gençlerin ortak özelliği, hayata ve olaylara iman temelli bakan, muhabbet ehli, işlerini istişare ile yapan, müspet hareket eden, yüksek himmet sahibi, ümitli, iffetli ve kanaatkâr, asrın idrakine İslam’ı söyletecek nesl-i cedit gençler olmasıdır.
• Hürriyet, adalet ve meşveretin olmadığı toplumlar geri kalmaya mahkûmdur. Bu geri kalmışlığa karşı en büyük çözüm, iman, hürriyet ve meşveret zemininde adalet arayışıdır.
• Bir milletin saadetinin anahtarı olan meşveret ve şûra ahlakının gençlerde bulunması gençlik damarının his ve hevesi dinlemesinden ötürü daha ziyade ehemmiyetlidir. Bir topluluğun birlikteliğine sebep olacak haklı şurayı hâkim kılmak, toplum ahlakını teali ettirecektir.
• Sosyal medyanın ve küresel kültürün dayattığı haz odaklı yaşam anlayışı, anlık tatmin ve tüketimin özellikle de gençlerde hayatın tek gayesi haline gelmesine neden olmaktadır. Halbuki başıboş yaratılmayan insanın hakiki saadeti, fâni zevkleri; bâkî lezzetler ile mübadele edip ebedi hayatı kazanma davasıyla mümkündür.

• Tarih boyunca toplumların müsbet sıçrayışlarına kaynaklık ve öncülük eden gençliğin günümüzde yaşadığı atalet ve serserilik gençlik tabiatının zorunlu bir sonucu değildir. Gençlere “bir ufuk çizmek” ve onları faal hale getirecek ciddi görevler tevdi etmek nebevî ahlakın bir gerekliliğidir.
• Günümüzde dijital dünyada algoritmaların kişiye özel içerik dayatması, veri manipülasyonu, mahremiyetin ihlali, “dijital istibdat” denilebilecek yeni bir kavramı oluşturmuştur. Bediüzzaman’ın adalet prensipleri; dijital çağda şeffaflık, mahremiyet hakkı, dijital etik, veri adaleti, sorumlu teknoloji kullanımı gibi kavramlara karşılık gelir.
• Gençlerin sosyal medyada adalet arayışının en temel sebepleri, hayatın her alanında adaletsizliğe maruz kalması, adalet kanallarının tıkanması ve bir gruba aidiyyet hissetme ihtiyacıdır. Ancak sosyal medyadan aranan adalet, ekseriyetle vicdanlara su serpmekten ibarettir. Çünkü dürtüsel tepkiler ve intikam arayışları adaletin önüne geçebilmektedir.
• Gençlik dönemi, gafletin en sık yaşandığı zaman dilimidir. Oysa gençlik nimeti, ebedi saadeti kazandıracak hakiki vazifelerde kullanılması gereken büyük bir sermayedir. Bu sermayeyi kaybetmemek için günahların henüz dünyadayken yaşattığı elemleri fark etmek, lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çokça zikretmek ve cehennemin varlığını hatırlamak önemlidir.
• Gençliğin, Halk içinde Hak ile beraber olması, dünyadan tamamen el etek çekmesi değil; dünyayı ve halkı Allah’ın bir eseri ve meşheri olarak görmesiyle başlar. Gençler; niyet, zikir ve fikir ile günlük hayatının herbir anını ibadet, her meşru meşgalesini bir kulluk, her insani ilişkisini bir tevhid dersi haline getirmelidir.
• Gençliğin; Kur’an ve ondan doğan ilimlerle teçhiz ve tahkim edilmiş olması milletin terakki etmesi için zorunludur. Bürhana tabi olan, körü körüne taklid etmeyen, söylenen her sözün kalbe girmesine izin vermeyen, mihenge vuran” bir genç toplumun ahlakına katkı sağlar.
• Risale-i Nur’da gençlik yalnızca biyolojik bir dönem değildir; asıl gençlik imanın verdiği dirilik, ruhun tazeliği ve kalbin arınmışlığıdır. Bediüzzaman’a göre “İman hem nurdur hem kuvvettir.” Bu bakış, dijital çağda genç kalmanın cevabını da verir: İnsanı genç kılan bedenin yaşı değil, ruhunun nura olan yakınlığıdır.
Katılımcılar;
Ahmet Said Dilbirliği, Ebubekir Talha Karadağ, Emin Cenan Coşkun, Emrullah Besenk, Ertan Şimşek, İsmail Tezer, İsmail Faruk İlhan, Mehmet Hakan Tamtabak, Muhammed Aydın, Muhammed Enes Akbaş, Muhammed Eren Baysal, Mustafa Ali Taşpınar, Mustafa Gönüllü, Sebahattin Yaşar, Talha Latif Akdeniz
*
Medya Masası
1. Matbuat (Basın), modern demokratik teorilerdeki "dördüncü kuvvet" tanımını aşan, toplumsal vicdanın sesi ve fikirlerin terbiyecisi (Mürebbiyyü'l-Efkâr) olmak zorundadır.
2. Sosyal Medyanın teknoloji tasarımcıları, insan psikolojisindeki zafiyetleri ve bağımlılık eğilimlerini acımasızca istismar ederek, kullanıcıları ikna etmek ve davranışlarını değiştirmek amacıyla hareket etmektedirler. Ekranı aşağı çekip yenileme eylemi gibi, bilinci devre dışı bırakan, slot makineleri gibi çalışan bir pekiştirme prensibini işleterek bireylerin daha derin bir seviyede programlanmasını sağlamakta ve böylece kişisel iradeyi ve hakikat arayışını zedelemektedir.
3. Dijital dünyadaki müstehcenlik, kizb ve vakit israfı tehlikelerine karşı dijital takva takınılmalıdır.
4. Sosyal medyanın Algı Yönetimi, algoritmaların her kullanıcıya duymak istediklerini sunarak kişiye özel bir "Gerçeklik" algısı inşa eder. Bu durum insanlığı bir nevi sanal hapishaneye mahkum eder. Bu kişiselleştirilmiş kurgusal gerçeklik, ortak bir hakikat zemininin erozyonuna neden olur. Bilgi ve haber, bu erezyona karşı medya okuryazarlığının da bir gereği olan "doğruluk, kaynak, tutarlılık, niyet ve bağlam" süzgeçleriyle sorgulanmalıdır.
5. İnsanın saf fıtratı ve bozulmamış vicdanı daima Hakikati ve Adaleti arzular; fakat vicdan, doğru ve arındırılmış bilgiyle beslenmezse, karar mekanizması sağlıklı çalışamaz. Medya çağında, her an kirlenmeye açık olan bu süreci durdurmak için "Kişiye her duyduğunu söylemesi yalan olarak yeter." hadis-i şerifi medyanın kılavuzu olmalıdır.
Katılımcılar
Fuat Yapalak, Ahmet Sözeri, Osman Yiğit, Mehmet Can Dağ, Zeynel Abidin Borazan, Cem Hatipoğlu, Hasan Güneş, İbrahim Özdabak, Şenol Berk
*
Huzurlu Toplum Modeli,
Ahlâk ve Adalet, Toplum Masası
1- Huzurlu toplum; Bireylerin fıtrat ve yaratılış gayelerine uygun düşünce yapısında, hukukun üstün kılındığı, adil bir yönetimin var olduğu, Ahlâki/Etik değerlerin etkili olduğu, yaşam tarzlarının bu manada şekillendiği toplum olarak özetleyebiliriz.
2- Toplumsal ahlâkın çöküntüye uğramasında büyük rolü olan inanç zayıflığı, nefsanî dürtülere kapılma, bilinç yetersizliği, rol model eksikliği ve sorumluluk duygusunun aşınması gibi sebepler ancak güçlü iman, imana dayalı irade eğitimi, şuur ve sorumluluk duygusunun geliştirilmesiyle telafi edilebilir. Tahkikî iman dersi veren Risale-i Nur bu konuda esaslı bir eğitim seti özelliği arz etmektedir.
3- Hürriyetin imanın "hassa"sı olduğu hakikati ile Şeriatın "aleme istibdadı izale etmek için gönderildiği" gerçeğini anlayıp hazmetmedikçe ve bunu yaşanan olaylara doğru şekilde uyarlamadıkça siyasi bakımdan savrulmalar kaçınılmazdır.
4- Ahlâk, yalnızca fertlerin vicdanına bırakılamaz; vicdanı terbiye eden cihanşümul bir otorite olmadığında toplumun ortak iyilik standardı çöker. Ahlâkın zirvesine tek başına vicdanla değil, ancak vicdanı da terbiye eden imanla ulaşılabilir
5- Din, bir yandan insanın arzularını terbiye eder diğer yandan toplumun düzenini korur. Dinsiz toplum, özgürlük adına sınırsız arzulara kapı açar; sınırlandırılmamış arzular ise kaçınılmaz olarak zulüm, çıkarcılık ve güce tapmayı netice verir.
6- Bediüzzaman; seyahat etmeyi, maddi yolculukların yanı sıra manevî, hayalî, ruhanî, semavî seyahatler sırasında, insanın hem kâinat kitabını okumaya hem de kendi hakikatine uyandırmaya vesile olan bir ibret yolculuğu olarak tarif eder.
7- Her oy sahibi demokrasi şöleninde reyini kullanırken, partizanlık değil, dindarlık değil, karındaşlık değil, ülküdaşlık değil, yurttaşlık değil, Adaletin tesisi, Hukukun Üstünlüğü ve Hürriyetin dağılımı Ekseni üzerinde reyini kullanmalıdır.
8- Demokrasi elbisesi içinde demokrasiye zarar vermek aslında toplumun ahlakı değerlerini hiçe saymak demektir.
9- Bir ülkede insanlar, sadece kanun ve inzibat korkusu ile kötülük yapmaktan, suç işlemekten engellenemezler. Onların akıl ve ruh yönünden irşad edilmeleri lâzımdır. İşte sivil dinî yapıların varlık sebebi bu vazifeyi yapmaktır.
10- Topluma yapılan vaaz ve nasihatler ise Zamanımız idrak ve anlayışına uygun temsil yolu tercih edilmelidir. İslâmiyet fıtratla uyumludur; fıtratı inkâr eden düzen kalıcı olamaz. Dini referanslardan arınmış bir toplumdaki hukuk ahlâkı sürdüremez; kanun caydırır, fakat kalpleri dönüştürmez.
11- Diyanet; toplumda adalet, şecaat, iffet, hikmet ile doğruluk, emanete riayet, merhamet, iyilik, yardımlaşma gibi “güzel ahlâk”ın prensiplerinin kökleşmesinde; öte yandan zulüm, yalan, aldatma, istismar, ihanet gibi “çirkin ahlâk”ın belirtilerinden uzak kalınmasında etkin rol üstlenmelidir.
12- Aile hayatını ve toplum huzurunu olumsuz yönde etkileyen kötü anlayış ve uygulamalar ile bunların yol açtığı sorunlardan ancak toplumumuzun inanç ve kültürel kodlarına uygun olarak “sünnetin edebi”ne dayalı bir anlayış ve hayat ile çözüm bulmak mümkündür
13- Bediüzzaman’a göre gerçek Cumhuriyet; adalet, meşveret (şûra) ve kanun hâkimiyeti üzerine kurulmalıdır. Bu esaslar, Kur’an’ın emirlerine ve Asr-ı Saadet yönetimi anlayışına dayanır
14- Cemaat ve tarikatlar, bu mühim vazifelerini başarılı bir şekilde yapabilmeleri için, istiğna düsturu ile hareket ederek devletten ve hâkim siyasîlerden maddî destek talep veya kabul etmemeleri olmalıdırlar.
Katılımcılar:
Prof. Dr. İlyas ÜZÜM, Prof. Dr. Fikret Yükselen, Prof. Dr. Nurettin Abut, Dr. Aytekin COŞKUN, Ali DEMİR, İbrahim ERSOYLU, İslam YAŞAR, Ahmet ER, Seracettin SAYAR, Adem TEKLE
*
Hukuk Masası
1- Bir yerde ahlâk çok konuşuluyorsa, güven kalmamıştır. Adalet sürekli dillendiriliyorsa, toplumda hissedilemez olmuştur. Sevgi ve kardeşlik dilden düşmüyorsa, kalbimizde bir şeyler azalmıştır. Çünkü; gerçekten var olan şeyin ispatına ihtiyaç duyulmaz. Sessizce yaşanır, gürültüsüzce hissedilir. Fakat gösteriş arttıkça içerik azalır, muhtevası çürür.
2- Yaşanan adaletsizlik ve ahlâkî bunalımların temeli, problemin sadece görünürdeki sebeplere indirgenmesidir. Krizin temelinde yatan manevî, ahlâkî ve gaye eksikliği gibi sebepler teşhis edilip çözüm aranmalıdır.
3- Hukuk Allah'ın “Adl” ve “Hakem” isimlerinin tecellisidir. İdeal mü'min; adaletsizliğini ibadetle örten değil, ibadetini ahlâk ve adaletle buluşturandır.
4- Fakültelerde hukuk; sadece statü ve maddi çıkar sağlayan bir mesleğe araç olarak öğretilmektedir.
Manevî köklerinden kopuk, ruhsuz ve sıkıcı bilgiler yerine; öğrencinin aklını, kalbini, ruhunu, felsefesini, adalet inancını geliştiren, araştırma ve sorgulamayı öğreten, kaliteli hukukçuları yetiştiren eğitim verilmelidir.
5- Talimatla iş gören hukuk teknikerine değil; kaliteli hukukçulara ihtiyacımız var. Kâğıt üzerinde kanunlar çok güzel olabilir. Ancak; en güzel kanunlar dahi, ruhuna uygun uygulanmazsa; süs olmaktan öteye gidemez.
6- Hak ve hukukuna sahip çıkmak, zulüm aracı olmamak her insanın vazifesidir. ‘Eğer; diktatörün de sadece iki eli varsa, hepimizi birden nasıl dövebiliyor?'
"Bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.”
7- Adalet sadece hâkim, savcı ve avukatların mahkemelerde yaptıkları bir yargı faaliyeti değildir. Hepimiz hayatın her alanında -evde, işyerinde, trafikte, eğitimde, ticarette, ibadette- hakkı, hukuku, adaleti gözetmekle mükellefiz.
8- Hâkimler, savcılar, avukatlar yargılama faaliyetinin efendisi değil; hizmetkârıdır. Bağımsızlık keyfî davranma serbestisi vermez. Meslek mensupları Uluslararası meslek etik kurallarına uymakla yükümlüdür.
9- Said Nursî hürriyetlerin korunmasında Adalet-i Mahza'yı merkeze alır. Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Bir masumun hakkı dahi feda edilemez.
Kanunlar fıtrata, adalete ve insan haysiyetine uygun olmalıdır. İhtiyaç halinde hürriyetler ancak kanunla ve evrensel hukuk ve insan haklarına uygun biçimde sınırlandırılmalıdır.
10- Fertlerin maddî ve manevî varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve hürriyetlerini kullanabilmeleri; ancak hukuk düzeninde mümkündür.
Devlete güven sarsılınca, fertler davalarını kendisi çözmek, hakkını bizzat almak yoluna gitmek ister. Bu ise, toplumda çeteleşmeye, tahakküme, kaos ve anarşiye yol açar.
11- Bediüzzaman'a göre, İslâm felsefesinde dört ana faziletten birisi olarak kabul edilen adâlet; diğer üç fazilet olan bilgi, cesaret ve iffetin dengeli bir şekilde bulunmasıyla elde edilir.
12- Herkes lekelenmeme ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Hüküm kesinleşinceye kadar herkes suçsuzdur. Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz. Kardeşi, ailesi, cemati veya partisi de olsa, o cinayete ortak sayılmaz.
Masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı, kişilerin kamu otoritelerince ve toplum nezdinde suçlu muamelesi görmemesini güvence altına almıştır.
13- Peygamber Efendimiz (asm) “Suç kesin olarak sabitleşmedikçe ceza vermemeye çalışın. Çünkü idarecinin affetmede yanılması, ceza vermede yanılmasından daha hayırlıdır” buyurmuştur. Şüpheden sanık yararlanır.
14- Tutuklama bir tedbirdir cezalandırma aracı olamaz. Asıl olan yargılamanın makul sürede, tutuksuz ve adil olarak yapılmasıdır. Çünkü geciken adalet, adalet değildir.
Dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
***
Katılımcılar:
Sözcü: Mustafa Cüneyd Doğan
Prof. Dr. Ekrem MANİSALI, Abdussamed DEMİR, Metin KARABAŞOĞLU, Mustafa GÖKAY, Suphi Uğur ÇÖREKÇİ, Ali OKTAY, Süleyman DEMİR, Özkan GÖRAL, Mustafa ÖZBEK, Kadir AKBAŞ
*
Aile Masası
1. Evlilikte denklik bir terazi gibidir. Kadın kefesine konulan şefkat, sadakat, emniyet ve hüsn-ü sîret ile erkek kefesine konan cesaret, sehâvet, himayet ve hürmetin toplumsal ahlâk ve adalete katkısı büyüktür.
2. Evlilik hazırlıklarında Bediüzzaman’ın tabiriyle “görenek belâsı,” tarafları imkânlarını aşarak sünnet-i seniyyeden uzak, ölçüsüz harcamalara sevk eder. Hz. Muhammed’in “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” emrine itaatle hazırlıkların toplum baskısına göre değil, tarafların imkânları dâhilinde yapılması adaletin ve merhametin iktizasıdır.
3. Lüks ve gösterişli düğün yapmak uğruna sınıflandırılmış davetliler, toplumsal uhuvvet ve ahlâka zarar verir. Bununla birlikte makul ve iktisatlı merasimler topluma hüsn-ü misal olur; sirayet eder.
4. Eşler birbirlerini Allah için sevip saymalıdırlar. Eşler, birlikteliklerini sadece dünya
hayatıyla sınırlı görmeyip ebedî hayatta da beraber olacaklarının şuuruyla hareket etmelidirler. Bu nazarla ailede tam bir adalet sağlanabilir.
5. Birbirlerini rahmet-i İlâhiyeden emanet edilmiş latif bir hediye olarak gören aile fertleri, dünya ve âhirette mesut olurlar.
6. Her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar; dolayısıyla doğruya ve güzele meyyaldir.
Ebeveyne düşen, onun muhafazasına çalışıp çocuğa doğru rehberlik etmektir.
7. Evlatlar arasında kardeşlik ve sevgi bağlarının daimî ve ebedî olmasını isteyen ebeveynler, çocuklarına karşı adaletli olmalıdır. Ebeveynlerin çocukların mizacına ve ihtiyacına göre yaklaşması, daha adil davranmasını sağlar. Zira eşit davranmak, adil olmak değildir.
8. Dinlenilmeyi ve anlaşılmayı bekleyen gençlere samimiyetle, ciddiyetle, kıyaslamadan ve yargılamadan iletişim kurmak gerekir. Hür olmak isteyen gençlere, asıl hürriyetin nefsine ve gayrine zarar vermemek olduğunu öğretmek ve yaşamak ebeveynin vazifesidir.
9. İslâm’ın temel ahlakı hayadır. Peygamber Efendimiz (asm), “Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı hayadır” buyurarak görgü kurallarının temeline haya duygusunu yerleştirmiştir.
10. Geniş aile bağları, bireyin duygusal zekâsını, empati gücünü ve sabır kapasitesini
arttırır. Zira geniş ailede farklı karakterlerle temas, bireye başkasının hakkına riayet etmeyi, tahammülü ve sosyal sorumluluğu öğretir.
Bu da toplumsal dayanışmanın temelidir.
11. İhlas, hürmet ve hüsn-ü zan ailede başlarsa toplumda adalet ve güven hâkim olur. Aile fertlerinin birbirine hüsn-ü zanla yaklaşması, kusurları örtmesi ve iyilikle mukabele etmesi hem evin, hem toplumun huzurunun anahtarıdır.
12. Eşlerin birbirlerinin ailesine gösterdiği hürmet, farklı ailelerin kaynaşarak bir toplum
kültürü oluşturmasının temelidir. Eşinin ailesini seven ve onlara hürmet eden birey bir medeniyet kurucusudur. “Kayın” kelimesinin “kaynaşmak” mânâsı, bu kültürel birleşmenin zarif bir ifadesidir.
13. Ailede haset, sûizan ve ifşaatın yerine muhabbet ve sükûnet hâkim kılındığında toplum ahlakî anlamda yükselir. Çünkü ailede gösterilen her güzel ahlakî davranış, toplumun da aynı istikamette olgunlaşmasına örneklik teşkil eder.
Katılımcılar:
Mualla Erceylan, Zeynep Özbey Aksoy, Nurkan Tezer, Fatma Demir, Halide Keçeli, Kübra Örnek Korkmaz, Ayşe Nur Özkan, Rüveyda Altuntaş, Züleyha Kaba,