Şahs-ı manevî içerisinde yer alan fertler birbirini haksızlıkla suçlayamazlar.
“Haklı olsa, haksız olsa bu halimizde münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.” (Şuâlar) Hakikatine istinat ederek “ben haklı sen haksız” tarzı münakaşalara girmezler ve böyle menfi sürtüşmelere meydan vermezler. Haklılığımı göstereceğim diyerek yeni haksızlıklara kapı açmazlar. “Bu halimizde münakaşa eden haksızdır” ifadesinde belirtildiği gibi içinde bulunduğumuz hâl ve vaziyetin ne olduğunu ölçüp tartarak hareket ederler. Haklılık veya haksızlık tartışmalarına meydan verilecek bir zamanda olmadığımızı iyi bilirler ve ona göre tedbir alırlar.
Şahısların hâkim ve etkili olduğu alanlarda meydana gelen bu tür tartışmalar ve suçlamalar şahs-ı manevî içerisinde meydana gelmez. Çünkü şahs-ı manevî içerisinde yapılan her işin menfi ve müsbet neticeleri yine şahs-ı manevîyeye aittir. Şahısçılığın baş gösterdiği işlerin sonunda ise ya şahıslar mükâfatlandırılır ya da şahıslar cezalandırılır. Bu sebeple şahs-ı maneviyeye mensup her bir fert şahısçılıkta görülen bu gibi menfi halleri şahs-ı manevîyeye taşımaz ve şahısçılığa lâyık bu tür hareketleri yaparak kendi şahs-ı manevîsini rencide etmez. Şahs-ı manevîsine zarar verebilecek haklılık iddiasında bulunmak bir yana haklı çıktığına bile sevinmez. Kendisinin değil, her zaman şahs-ı manevisinin haklı çıkmasını ister.