"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mum gibi...

Havva KÜÇÜK KONUR
26 Aralık 2020, Cumartesi
Dile gelemeyen sevdalardır bizi dirilten.

Konuşulamayan kelimelerdir yürekten indirilen. Sessizleşilen, susulan, bakılamayan perdelerdir, bizi hicâbın kat kat örtüsüyle tanıştıran. Işığını veremeyen bir sokak lambası, suyunu dalgalandıramayan bir deniz ya da nikâbını indiremeyen bir çift göz...

Her şey orta yerdeyken bile görünmez herkese. Her varlığın, mevcudun sakladığı yanlarını görecek nazarlara ihtiyacı vardır ya da. Gizli dehlizler, yaralı yürekler, kanadı kırık üveyikler hep bir ışık gözler. Aslında her uçurtma bir rüzgâr bekler. Kendisini uçuracak, renklerini fark edecek, belki resimlerini görecek bir rüzgâra hasret duyar. İnciler, gavvas ister. Binbir zorlukla toplayacak, su üstüne çıkaracak ve onun için emek verecek dalgıçları gözler. Her güzellik, kendi kahramanını ister. Onu bulacak, gün ışığına getirecek, temizleyecek, pırıltısını ilk önce o görecek, sevecek, işleyecek ve her daim gözünün önünde, kalbinin sadefinde saklayacak, ihtimam gösterecek...

Her değer, fırtınalı bir denizde alabora olmuş ve deniz feneri arayan bir gemi gibi.. Her kıymet, pahası ehlince biçilecek bir mücevher.. “Ehline denk gelmeyen her şey ziyan olur. Can da, inci mercan da..” dediği gibi şairin. Ehline denk gelmek... Ne güzel bir dilek, temenni, duâ...

Her çiçek kendini bulduğu baharda çiçek açar. Varolan her şeyi, mülk ve melekût cihetiyle görebilmek her insanın kolaylıkla yapabildiği bir özellik değildir çünkü. Çoğu insan sadece bakar. Ama görmek çok azına nasib olur. İnsanı anlamanın, anlamaya çalışmanın, tanımanın, keşfetmenin, bulduğu her ince yönünü gösterip takdir etmenin hiçbir maliyeti yok. Her insan çok güzel değerleri içerisinde saklayan bir hazine. Bulunmayı bekleyen bir mercan...

Nice böylesi kıymetleri basit mazeretlerle yitirmişizdir belki. Oltamıza takılan nice altın balıklar kayıp gitmiştir elimizden. Ötekileştirdiğimiz, hor gördüğümüz, alay ettiğimiz, kâh görünüşüne, kâh kültür yapısına, kâh konuştuğu dile, ya da ırkına bakıp kenara ittiğimiz nice kömür, elimize alıp yüzündeki tozları temizleme kolaylığında ortaya çıkıverecek bir elmastı da, fark edemedik belki. Ehline denk gelmek, daha da önemlisi, her eline aldığını insanı anlayan bir ehile dö- nüştürmek, yetiştirmek ne kadar aziz bir mesai olurdu. Çünkü açabildiği kadar sinesini açmış, ummanlaşmış bir gönülün, giremeyeceği bir kalp kalır mı? Varoluş sancılarını tâ içinde, derûnunda hisseden bir insanın, -velev tınlamasından bile olsa- tanıyamayacağı bir acı olabilir mi? Mahzun gönüllere alâka duymayı ve el uzatmayı hayatının ilk vazifesi yapmış bir ruhun buhurdanından çıkan koku, dünyanın en mest edici kokusu olmaz mı? Böyle bir cânın önüne kim, ne engel koyabilir, nasıl durdurabilir ki onu?

Gittiği her yere, dokunduğu her toprağa, ağaca ve çiçeğe yağmur yağdırmayı kendine şiar edinmiş yağmur yürekliler, her kıymet ü bahânın izlerini bulacak, onun gönül semasına merdiven kuracaktır. Bir kalbin bin kapısı olsa da, her kapıyı tek tek deneyecek, lambası yanan odayı muhakkak bulacaktır. Mum olmak, kendini yakmak sanıldığı kadar kolay değildir. Siğim siğim erimek, tel tel yanmak ve hiç sesini çıkarmadan, şikâyet etmeden yola devam etmek... Sonuç ne oldu/olacak demeden, kim beni dinledi/dinleyecek diye kaygılanmadan, hatta “yaptım” derdine bile düşmeden sadece tohum ekmek, sulamak ve her dokunduğu yerde gül açtırmak/kokmak hiç kolay değildir hem de. Bunun ruhuna ermeden, sancısına tutulmadan, ıztırabını hücrelerine kadar sindirmeden anlaşılacak bir çaba da değildir belki. Hatta bunu bile yine sadece ehli anlayacak desem mübalâğa yapmış olmam. Kalpten inanmayla, yürekten söylemeyle, ihlâs ile yapışarak netice alınabilecek bir ameliyeden bahsediyorum. Herkese nasib olmayacak bir nasiplilik hali belki.

 Böyle bir ruhu taşımayı istemek, dilemek elbette çok aziz bir duâ. Hayatınız boyunca bir veya iki tanesine bile rastlasanız nasipli addedersiniz kendinizi. 

Hatta yağmurlarında ıslanmayı, dokunduğu yerde açan güllerden koklamayı cana minnet sayarsınız.

Ömrü boyunca bir kez yanıp bütün gökyüzünü aydınlattıktan sonra sönen bir şimşek bile olsanız, böylesi bir değere rastlamak ömre bedel olur. Dünya ve ukbâya yeter.

Rabbim, ruhlarından nasibdâr ve hissedâr, yolları ve düsturlarıyla heybesini ağzına kadar doldurmuşlardan  eylesin.

Okunma Sayısı: 2882
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.
(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı