Gezdiğim, yürüdüğüm yollarda, gördüğüm yüzlerde, önümden değişik değişik geçen çehrelerde, okuduğum her haberde, gazete yazısında, izlediğim her televizyon programında kendime şunu sorarken buluyorum:
Burada bir şair olsaydı ne yazardı? Bu görüntü neler hissettirirdi? Neler düşünür, neler kaleme alırdı? Alır mıydı hatta? Ne anlatırdı? Ya da neyi nasıl anlatırdı? Heyhat şair değilim. Şairce bakamıyorum. Şiirce okuyamıyorum hadiseleri.
Ama bir gün geliyor, annesinin eteğinden asılan çocuk gibi, bazı kelimeler, cümleler asılıyor eteğimden. Dünyanın gıll ü gışında boğulmuşken, kimseyi görmezken gözüm, kendi içimde kaybolurken, eteğimden çekiştiren o kelimeler çekiyor dikkatimi. Onlara bakınca yolumu buluyorum bazen. Hayatımı güzelleştiriyorum. Onlar hatırlatıyor hayatın anlamını. Eğilip yanaklarından öpüyorum kelimelerin. İyi ki varsınız diyorum. İyi ki varsınız...
Kelimelerin, cümlelerin, dilin öyle güzel bir etkileşimi var ki bizimle. Anlatabilmek, aktarabilmek, kelimelere dökebilmek öyle büyük bir nimet ki. “Su verir misin?” diyorsunuz ve karşı taraf sizi anlayıp su veriyor. Susuzluğunuzu gideriyorsunuz. “Çay koy geliyorum” diyorsunuz, karşı tarafın mutluluk hormonları artıyor. Eve vardığınızda çay demlenmiş oluyor, afiyetle içiyorsunuz. Anlamak, algılamak diye birşey olmasaydı, yazmakla, söylemekle ihtiyaçlarımızı, duygularımızı aktaramasaydık ne olurdu halimiz?
Her gün yaşadığımız ama dönüp de düşünmediğimiz ne çok nimetlerle çevriliyiz şu hayatta. Bir anlatan, bir anlayan ve mukabele eden oldukça anlaşmak diyoruz adına. Anlaşmak, anlaşamamak, anlaşan bir çift, anlaşamayan çiftler, anlaşmalı boşanma, anlaşamayan taraflar... Aslında çok karşılaşıyoruz günlük hayatta bu kelimeyle. İnsan insan olur, okuyabilir, yazabilir, el kol işaretleri öğrenebilir, pekçok yol bulabilir anlaşmak için ama neden anlaşamaz diye çok düşünmüşümdür. Anlaşamadık ayrıldık diyenleri çevirip ne yaptınız anlaşmak için diyesim var. İnsanın kalbi bin kapılı bir saray ama sen hiçbir kapıdan o kalbe giremedin öyle mi? Kaç tanesinin kapısını çaldın, kaç tane anahtarı denedin, kaç kere düşündün yollarını ve yöntemlerini? Kaç kere uykundan sıçrayarak uyandın? Kaç kere bölündü rüyaların? Hem çok büyülü, sırlı, hem de ziyadesiyle hoyrat kullanılan bir kelime bu o yüzden.
Haritalarda her şey bulunmuyor işte. Haritada gördüğümüz her eve girilmiyor. Sorulmamış sorular, anlaşılamayan cümleler, hep ademe mahkum ediliyor bir yerlerde. Görmedim duymadım bilmiyorum tavrına geçiliveriyor. Soruları susturacak kendinizce kanıtlarınız varsa güzel. Vicdanı açtığınız çukura gömüyorsunuz, olup bitiyor. Ama açtığınız bir çukur yoksa sürekli iğne batıyor kalbinize. Vicdanınız rahat bırakmıyor sizi. Ne yapabilirdim, yaptığımdan memnun muyum, sonuç beni tatmin ediyor mu diye sorup duruyorsunuz. Aslında bazı yanlışlardan dönmemizi, vicdanın attığı bu oklara borçluyuz galiba. Eğer kalbimiz acımasa, merhamet eder miydik?