"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Duâ-İman ilişkisi

Hüseyin Şahinoğlu
12 Nisan 2020, Pazar
İki hayatımız var; birisi şu anda yaşamakta olduğumuz ve ne kadar devam edeceğini bilmediğimiz dünya hayatı, diğeri gideceğimiz muhakkak olmakla birlikte, ne zaman başlayacağı meçhulümüz olan ahiret hayatı.

Her iki hayatımızla ilgili olarak pek çok ihtiyaçlarımız, beklentilerimiz, kaygılarımız var. Ancak inanıyoruz ki bütün ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek, bütün umutlarımızı gerçekleştirebilecek ve bütün korkularımızı giderebilecek bir Rabbimiz var; kudreti, affı, keremi mutlak yani sınırsız-sonsuz olan. Bütün mesele O’na ulaşmak, O’ndan istemek ve O’na sığınmak…

İşte duâ bir yönüyle bu demek! Dünya ve ahiret hayatımıza dair O’ndan her türlü iyiliği ifade etmek üzere “hasene” istemek ve bizi “ateşten” koruması için talepte bulunmak! Nitekim âyet-i kerimede öğretilen (Bakara, 2/102) ve Resul-i Ekrem’in çok okuduğu ve ümmetine de tavsiye ettiği bu çerçevedeki duâyı hepimiz biliyoruz: “Allah’ım! Bize dünyada güzellik (hasene) ver, ahirette güzellik (hasene) ver, bizi nârdan koru” (Müslim, “Zikir”, 23).

Çok boyutlu bir kulluk şiarı olan duânın çok önemli bir yönü ise, onun doğrudan imanla ilişkili olması. Çoklarımız tarafından belki çoğu defa göz ardı edilen bu boyuta Üstad Bediüzzaman Said Nursî şöyle değiniyor: “Duâ eden adam bilir ki, biri var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. O’nun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir kerim Zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp ‘elhamdü lillahi rabbi’l-âlemin’ der” (24. Mektup).

İman eğitimi açısından bu boyutun birçok kez altının çizilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Zira normalde duânın mahiyetinde, duâ edeni Rabbiyle beraber kılan ve O’nun âlim, semi, basîr, latîf, kadir… olduğunu hatırlatan bir “mânâ” olmakla birlikte, eğer kişi tamamıyla isteğine odaklanırsa bu mânâ zayıflayabilir. Halbuki duânın bu noktada en önemli esprilerinden birisi imanı canlı tutmak, güçlendirmek, hatta kula bu vesileyle bir nevi “O’nun huzurunda olma” tasavvuru kazandırmaktır.

Rabbimiz kudsî bir hadiste, “Kulum bana duâ ettiğinde ben onunla olurum” (Müslim, “Zikir”, 19) buyurarak bizi tam da buna teşvik ediyor. Yani duâ ettiğimizde O bizim yanımızda, bizimle beraber; o halde biz de duâ ile O’nunla olduğumuzu dikkate almalı ve şuurumuzu dinamik tutmaya çalışmalıyız.

Tam burada iman usûlü açısından çok önemli başka bir noktaya geliyoruz: Başta Resulullah’ın (asm) duâları olmak üzere bütün meşhur duâların bizi hem Rabbimizin marifetine eriştirici, yani O’nun isim ve sıfatlarına işaret edici, hem de iman esasların pekiştirici özelliğini görmek. Bu açıdan bakıldığında duâ ile iman arasındaki ilişkinin alabildiğine güçlü olduğunu fark ediyoruz. Hatta kimi âlimler bu bağlamda duâ ile imanı, yahut iman ile duâyı aynîleştiren yaklaşımlara yer veriyorlar.

Bazı örnekler verelim: Meselâ yukarıda mealini verdiğimiz meşhur “rabbenâ atinâ…” duâsı ahiret inancını hatırlatan ve pekiştiren bir usûlî prensibe işaret ediyor. Yine meselâ Resul-i Ekrem’in (asm) yatağa girdiği zaman okuduğu, “Elhamdü lillahillezî et’amenâ ve sekânâ ve kefânâ ve evânâ…: Bizi doyuran, su ihtiyacımızı gideren, bize yetişen ve bizi barındıran Allah’a hamd olsun” (Müslim, Zikir, 64) duâsı yeme, içme barınma gibi fiillerin arkasında Rabbimizin marifetine işaret ediyor ve bunları “imanî” zaviyeden değerlendirmemiz gerektiği dersini veriyor.

Yine meselâ, Resul-i Ekrem (asm) bir duâsında şöyle diyor: “Ey Allah’ım! Günahımı, bilgisizliğimi, her işimde israfımı ve benden daha iyi bildiğin bütün kusurlarımı mağfiret eyle…” (Müslim, “Zikir”, 70). Görüldüğü gibi bu ifadelerde Resulullah (asm) Allah’ın her şeyi bildiğine, yani ilim sıfatına gönderme yapıyor ve bağışlanma diliyor.

Keza, Hz. Ayşe (r.a) annemizin rivayet ettiğine göre, bir hasta getirildiğinde Resul-i Ekrem (asm) şöyle duâ buyurdu: “Ey âlemlerin Rabbi! Bu hastalığı gider, şifa ver. Çünkü şifa verici Sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Öyle şifa ver ki hiçbir hastalık bırakmasın” (Buharî, “Merdâ”, 20). Başka bir duâda da şöyle sesleniyor: “Ey kalpleri çekip çeviren Rabbim! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl” (Tirmizi, “Deavât”, 85). Ümmetini okumaya teşvik ettiği bir başka duâsı ise şöyle Resulullah’ın (asm): “Allah’ım! Beni bağışla, bana merhamet eyle, bana hidayet eyle, bana rızık ihsan eyle, bana sıhhat ve afiyet lütfeyle” (Müslim, “Zikir”, 35).

Görüldüğü üzere, Resulullah’ın (asm) bütün duâlarında iman esaslarının pekiştirilmesi, küçük-büyük fiillerimizin yaratma açısından Allah’a izafe edilmesi, O’nun âlim, semî, basîr… vb. isim ve sıfatlarına işaret edilerek marifetullah ufkunda terakki edilmesi gibi çok önemli boyutlar bulunuyor.

Bize düşen duâlardaki bu usûlî prensipleri fark ederek imanımızı tahkim etmek, marifetullahta terakki etmeye çalışmak ve olabildiğince kendimizi “O’nun huzurunda tasavvur ederek” niyaz ve tazarru içinde bulmak!

Okunma Sayısı: 2839
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı