Her ferdin kendisine göre düşünceleri vardır, bu düşünceler insandan insana farklılık arz eder.
Kur’ân’ın çok önemli bir emri olan meşveret insanları ortak bir noktada buluşturur. Bundan dolayı Ebu Hureyre (ra) “Ben Resûlullah’tan (asm) daha fazla arkadaşları ile istişare eden hiçbir kimse görmedim.” der. Meşveret, rahmet-i İlâhiyeye vesiledir. “Onların işleri kendi aralarında istişareyledir.” (Şûrâ, 38) âyetinden de meşveret ve istişarenin Kur’ân’ın bir emri olduğunu anlıyoruz.
Peygamberimiz (asm) sahabelerle Uhud Savaşı’nda istişare yapmadan önce Medine’de kalarak savunma yapılması düşüncesindedir, sahabeler ise düşmana karşı çıkıp savaşmaya taraftardırlar. İstişare neticesinde sahabenin görüşü kabul edilince Peygamberimiz (asm) onların görüşünü kabul ederek o karara uyar. Savaşta mağlûbiyet yaşanır, Peygamberimiz (asm) savaş sonrasında kimseye hiçbir söz söylemez. Bu olay bize istişarenin ve istişare kararlarına uymanın sünnet ve peygamberî bir haslet olduğunu gözler önüne serer. Asr-ı Saadette bunun gibi birçok olay yaşanmıştır.
Risale-i Nur’un meslek ve meşrebinin en önemli esaslarından biri de meşveret ve istişaredir. Yeni Asya cemaati Üstad Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur’dan aldıkları derse binaen her meselesini aklıselim ve ortak akıl olan meşveret ile halleder. Meşveret kararına uymayı ve aleyhinde konuşmamayı da kendilerine görev ve bir vecibe kabul ederler. Çünkü her fert bilir ki bu peygamber mesleği ve Asr-ı Saadet modelidir. Meşveret kararlarında isabet edildiğinde iki, isabet edilmediğinde ise bir sevap vardır. Yanlış kararlarda kişiyi manevî mesuliyetten ve kişinin çektiği vicdan azabından kurtarır. Bugüne kadar olduğu gibi, her sıkıntı ve problemi meşveretle çözer, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Şahs-ı manevîyi, meşvereti tartışan, tartışılır hale getiren şahıs ve fikirlere değer vermez, peşinden gitmez, alınan kararın arkasında durur. Kısacası Yeni Asya şu anda yürüttüğü iman ve Kur’ân dâvâsında hizmete müteallik her meselesine meşveret ile karar verir, her müşkülü meşveret ile çözüp hal yoluna koyar.
Yıllar önce bazı yazarlar fikrî ayrılıktan dolayı rahmetlik Mehmet Kutlular’a kaşı gelmişlerdi. Amaç belli idi; Mehmet Kutlular gazeteden gönderilerek Yeni Asya Gazetesi’nin yönetimini ele geçirip cemaati düşündükleri tarzda yönetip yönlendirmek istiyorlardı. Güvendikleri noktada her gün köşelerinde yazı yazarak cemaatin teveccühünü kazandıklarını, bu sebeple kendilerinin güçlü olduklarını ve cemaatin de kendilerine tabi olacağını tahayyül ediyorlardı. Ama yanılmışlardı, büyük bir yanılgı içerisindeydiler. Şahs-ı manevî hissiyattan uzak, basiret sahibi idi. Meslek ve meşrebin ölçüleri ile hareket etti. Sonuç o insanların düşündüğü gibi olmadı. Şahs-ı manevînin temsilcileri her iki tarafı da heyecanlanmadan sükûnet içerisinde dinledi, ölçtü, biçti, tarttı ve cemaatin temsilcileri Mehmet Kutlular’ı haklı buldu.
Yeni Asya Gazetesi halen Nurun borazanlığını yaparak mazlumun yanında durup Bediüzzaman’ın çizgisinde tavizsiz yayın hayatına devam etmektedir. Mehmet Kutlular da vefat etmesine rağmen, Yeni Asya ekolüne mensup her Nur Talebesinin gönlünde bir yiğit, bir dâvâ adamı ve kahraman olarak kayıtlı; saygı, hürmet ve muhabbetle hatırlanır. Onların ise bu gün nerede oldukları bilinmemektedir, kaybolup gittiler.
Zaman içerisinde gazetede bunun gibi bazı olaylar oldu, ama şahs-ı manevînin temsilcileri his ve duygularından arınarak feraset ve basiretleri ile karar verip olayları çözdü. Hiçbir kimse şahs-ı manevîyi bugüne kadar etkileyemedi. İnsan, temsilcilerin vakarlı, sağduyulu ve kararlı duruşlarını izlerken böyle bir camianın mensubu olmaktan gurur duyarak zevk alıyor. Şahs-ı manevî yanlışa müsaade etmez, geçit vermez. Hiçbir güç, kuvvet şahs-ı manevîye yanlış yaptıramaz. Cenab-ı Hak hizmet ehli kullarını lütuf, kerem ve inayetinden mahrum bırakmaz, basiret ve ferasetli kılar. Bediüzzaman “….Risale-i Nur şakirdlerinin bir şahs-ı manevîsi var, şüphesiz o şahs-ı manevî bu zamanın bir âlimidir” (21. Lem’a syf. 404) cümlesi ile şahs-ı manevînin önemini ortaya koyuyor.
Şahs-ı manevînin kararlarına karşı çıkılmaz, bu çok önemli bir husustur. Kin, garaz, gıybet ve dedikodu Rıza-i İlâhî ile bağdaşmaz. Bu tür menfî yaklaşımlar uhuvvet ve muhabbetin bozulmasını netice verir, uhuvvet ve muhabbetin bozulmasına sebebiyet verenleri ise Cenab-ı Hak affetmez! Şahs-ı manevîyi tenkit edenler iflâh olmaz, mazide bunun örnekleri çoktur!