Kars eski Belediye Başkanı ve eski Milletvekili Ayhan Bilgen’in 25.10.2016’da Mecliste HDP grubu adına yaptığı konuşmadan:
Darbelerle yüzleşme konusunda üç dönemi birlikte tartışmak zorundayız.
Birincisi: Darbe öncesi darbeye giden koşullara nasıl gelindi; buna kim fırsat verdi, göz yumdu, bundan faydalanmaya çalıştı?
İkincisi: 15 Temmuz gecesi—ki bugün bununla ilgili bir tartışma yapıyoruz—ama belki daha önemlisi, 15 Temmuz sonrasında olup biten, yani darbenin geriye bıraktığı miras, darbeden payımıza düşen durumdur.
Bakın, bir gazeteci bugün sosyal medyada paylaştı, cümlesini aynen okuyorum: “Bugünkü lincin başını çekenlerden vaktiyle cemaatten nemalananların dosyaları da açılmalı ki, neyin ne olduğu ortaya çıksın.”
Bu cümleyi yazan Kâzım Güleçyüz, Yeni Asya gazetesinin yıllarca köşe yazarı, yayın yönetmeni olan bir isim; hepiniz biliyorsunuz ki cemaatle hiçbir ilişkisi yok, başka bir Risale-i Nur topluluğunun temsilcisi. Şimdi, bir nemalanma ve linç denklemi eğer varsa önümüzde bunu ortaya çıkarmayı ve bugün bu linç psikolojisine çok yaygın biçimde su taşıyanların aslında geçmişte de nemalanma konusunda farklı, kapalı, kirli ilişkileri olduğunu iddia ediyor, ortaya koyuyor. Size düşmanlık olsun diye söylemiyor. Bence, tam tersine, bu topluluk biliyorsunuz ki darbelerle, askerî vesayetle ilgili şimdiye kadar en net duran topluluklardan biri. Demek ki bu tip iddia ve yaklaşımlarla ilgili daha somut, daha net bir tavır koyma zorunluluğu var.
Eğer 15 Temmuz gecesinin sorumlularıyla on binlerce kişiyi zorlama bağlantılarla ilişkilendirip cezalandırırsanız emin olun ki şimdiye kadarki bütün yapılan yanlış işler gibi bu yaklaşımla da toplumda büyük kırılmaları, büyük ayrışmaları beraberinde getirmiş olursunuz. Eğer siz o gün, gece, en azından “Bugün görevinden alınan, tutuklanan insanlar neden 15 Temmuz gecesi sokakta darbecileri destekler bir pozisyonda değillerdi?” sorusunu bile vicdanen, ahlâken kendinize sorma ihtiyacı duymuyorsanız ve bunu mağdur edebiyatı falan gibi tarif ederseniz bunun geri dönüşümü sadece öfke ve nefret olacaktır. İşinden atılan öğretmenlerin, memurların çocukları bize, size, hiçbirimize sevgiyle, umutla bakmayacaktır; aksine, yaşadığı acının öfke ve nefret duygusuyla büyüyecektir. Bu çocukların, eşlerin, yakınların, akrabaların âdeta birer suçlu gibi cezalandırılması hiçbir şekilde kabul edilebilir bir yaklaşım değildir...