"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Eğitimin toplumsal yapıdaki rolü

Kenan BOZ
05 Aralık 2013, Perşembe
Eğitimin toplumsal yapıdaki rollerini, iki ana başlık altında toplayabiliriz:
1- Maddî eğitim rolleri; okullarda ve benzer kurumlarda sürdürülen eğitim-öğretim ve yetiştirme faaliyetleri kapsamındaki kazanımlarla toplumsal yapıda kendine bir yer edinme rolü.
2- Manevî eğitim rolleri ise, insanın dünyada ruhî açıdan sağlıklı, huzurlu yaşamasına ve Allah rızasını kazanma arzusunu edinmesine yardımcı olan dinî bilgilerle dünya ve ahiret hayatını cennet-i bostana çevirecek rolüdür.
Genel itibariyle insanoğlu, gönderilmiş olduğu bu dünyada eşref-i mahlûkat yani yaratılanların en şereflisi ünvanını alabilmesi için manevî eğitime; ve bu dünyada içinde bulunduğu toplumsal yapı sisteminde sağlıklı bir uyum içinde olabilmesi amacıyla da maddî eğitime ihtiyacı var.
Her insan, doğumundan ölümüne kadar süren bir yetişme ve yetiştirme süreci içindedir. Dünyaya doğuştan sahip olduğu birçok yetenek ve ihtiyaçlarıyla birlikte gönderilen insan; ilk günlerden itibaren fizikî ve sosyal bir çevre ile kuşatılmıştır. İnsanın yaşamak zorunda olduğu çevrenin içinde yer alabilmesi, o çevrenin şartlarına karşı sahip olduğu yeteneklerinin geliştirilmesiyle mümkündür. Bireyin üstün insanî yeteneklerinin geliştirilmesinde sadece bir yöntem, tek bir reçete yoktur. Bireyin mizacı, kalıtımsal eğilimleri, çevresi ve eğitimi, bireyin dini algılayışına, kişilik gelişimine ve toplumsal yapının bir parçası olmasına ışık tutar.
Biz şimdi bu faktörlerden, eğitim faktörü üzerinde duracağız.
Eğitimin her safhasında, insanın doğuştan sahip olduğu yetenekleriyle, dış çevrenin etkileri birlikte düşünülmelidir. Geçmişten günümüze, insanın kişilik oluşumunda ve manevî değerlerin verilmesinde farklı eğitim yöntemleri uygulanmıştır. Bunlar:
1- Kötümser eğitim yöntemi: Çocuğa eğitimin gerek yanlış yöntemlerle sunulması, gerek fıtrî yapısıyla ilgili ihtiyaçlarını yeterince algılamayıp hemen kalıplara sokarak ‘zaten bu teyzesine veya amcasına çekmiş’ deyip kestirip atmak. Yani kurdun yavrusu kurt olur anlayışıyla hareket edilen eğitim yöntemi.
2- İyimser eğitim yöntemi: Hamur nasıl şekil alırsa çocukta öyle şekil alır. Veya bir başka deyişle çocuk zihni boş bir tablo gibidir ne çizersen o olur anlayışıyla, tamamen kişilik oluşumunun eğitimle şekil alacağını düşünen eğitim yöntemi.
Geçmişten günümüze bilinçli ebeveynlerin başvurdukları yöntem, 2. Eğitim yöntemidir diyebiliriz. O boş olan çocuk zihni Kur’ân–ı Kerîm ışığıyla, fen ilimlerinin yolu aydınlatılmalıdır ki, birey toplumsal yapıdaki reel rolünü eğitim ile kazanabilsin. Bu konuda büyük mütefekkir Bediüzzaman Said Nursî, müthiş bir tesbitte bulunuyor:
“Vicdanın ziyası (nuru), ulum-u diniyedir (din ilimleridir), aklın nuru, fünun-u medeniyedir (fen ilimleridir). İkisinin imtizacıyla (birleşmesiyle) hakikat  tecelli eder (ortaya çıkar). O iki cenah ile talebenin himmeti (gayreti) pervaz eder (artar). İftirak (ayrılma) ettikleri vakit, birincisinde taassup (körü körüne bağlanma), ikincisinde hile, şüphe tevellüd (doğar) eder.’’ Yani din ilimleri ile fen ilimleri birbirini tamamlayıcı özelliğe sahipler. Biri birisiz olmaz.     
Eğitimin ve terbiyenin insan kişiliği üzerindeki etkisinin yanı sıra, insanın yaratılışından getirdiği özelliklerin yansımalarını taşıdığını gösteren Peygamber Efendimizin (asm) şu hadis-i şerifi oldukça dikkat çekicidir:
“Herkes ne için yaratıldıysa onu işler (ona o kolay kılınmıştır)” buyuruyor.
Maddî-manevî özelliklerle donatılmış nitelikli bir eğitim süzgecinden geçen birey, dış çevrenin uyarıcıları karşısında daha sağlıklı bir tepki verme eğiliminde bulunur ve sosyal hayata daha dengeli (ifrat ile tefrit ortası) adımlarla toplumda örnek model olma hedefine yürür.
Bireyin bu  nitelikli eğitimi, kimler aracılığıyla alması gerektiği hususunda ince noktalar var. Şöyle ki, insanoğlu dünyaya gönderildiği ilk andan itibaren, geri dönüşü mümkün olmayan sosyal bir sürece adım atar. Artık bu ortamın bir parçası olur. Hiç bilmediği ve içinde büyüyüp gelişeceği bu toplumsal yapıyla doğuştan sahip olduğu bir çok muciznüma yetenekleriyle uyum içinde olması gerekir.
İlk etkileşime geçeceği kişi ve kişiler şüphesiz ebeveynidir. Ebeveyn, Cenâb-ı Hakk tarafından verilen, mükemmel beceri ve kapasiteye sahip bu eşsiz san’atı (çocuk) verene şükran borcu olarak, onu tam donanıma sahip bir birey yapma mesuliyetini taşır.
Dolayısıyla ebeveyne, bu hususta büyük görevler düşmektedir. Öncelikle maddî eğitimden evvel ebeveyn, kendi inanç değerlerini çocuklarına iyi aşılamalı, bu konuda kesin kararlı olmalı ve tutarsızlıktan kaçınmalıdır.
Evlâdımızın nasıl kaliteli bir eğitim yapmasını, sağlıklı ve dengeli bir bünyeye sahip olmasını istiyorsak; aynı zamanda Allah’ın rızasını kazanma kaygısı taşıyan, çevresine faydalı, aldatmaktan ve yalandan kaçınan, dünya hayatının geçiciliğinin farkında, gerçek saadeti kazanma arzusunda olan iyi bir birey olarak yetiştirmeye de gayret etmeliyiz.
Eğitmen, araştırmacı, psikiyatrist ve Pulitzer Ödüllü Harvardlı bir yazar olan Dr. Robert Coles, çocuğun içinde gelişen bir ahlâk anlayışı olduğuna dikkat çekiyor:
“Ahlâkî bir düzen için duyulan özlemin, yaradılıştan olduğuna inanmaya başladım. Bir çocuğun dünyanın ne olduğu, ne anlama geldiği ve bu hayat hakkında ‘ahlâkî bir söylem’e ihtiyaç duyduğunu söyleyebilirim. Bu dünyayı kavrama, onu anlamlı kılma ve bir şekilde hayatı anlamlı bulma isteği hepimizin içinde var olan bir şeydir. Bu sorular bir insan olarak hayatımızla bağlantılıdır.”
Bu yüzden çocuklarımızın fıtratında olan ahlâkî gelişim sürecini erken yaşlarda yönlendirmemiz ve uygun bir mecraya sokmamız gerekir. Bu da nitelikli maddî-manevî bir eğitim süzgecinden geçilmesiyle mümkündür. Günümüzde birey, çevresinden, okul hayatından ve özellikle medyadan karmaşık ve çoğu zaman tehlikeli mesajlar almaktadır. Bu bakımdan onlara, aile yapısının önemli bir fertleri olduklarını hissettirip, onlarla manevî ve ahlâkî konularda konuşmamızda ve onları dinlememizde fayda vardır.
Gerçekten, dünyaya niçin geldiğimizi, mütemadiyen dolup-boşalan bu âlemde neden bulunduğumuzu ve ölümle nereye gideceğimizi bilmek ve bunun şuurunda olmak bireyin hayatına anlam katar. Onu daha mutlu, daha huzurlu ve gerek kendisiyle, gerek çevresiyle daha barışık biri konumuna getirmesinde hiç şüphe yoktur.
Böyle bir şuuru kazanan bir bireyin, içinde bulunduğu toplumsal yapıyla daha güvenli ve barışçıl bir etkileşim içerisinde olur.
Ayrıca sosyal yapının temel taşları hükmünde olan, peder ve validesine de kendisini böyle şuurlu bir birey yaptıkları için de şükranlarda bulunacaktır.
Bir ebeveyn düşünün ki, çocuğunu manevî eğitimden uzak tutmaya çalışıyor. Bu kısa ve fani dünyada daha yüksek makamlara gelebilmesi için, ahlâkî sistemin anahtarı hükmünde olan manevî eğitim yerine, salt dünyevî eğitim verirse; uzun ve patikalı bir yoldaki bir aracın direksiyonunu sökmek gibi divanece olur ve beraberinde de korkunç neticeler doğurmasına sebebiyet verir. Bu konuyla ilgili manen yaralayıcı bir hatıramı paylaşmak isterim.
Vaktiyle bir gönüllülük faaliyeti kapsamında bir huzurevinde ziyaretteyken, orada beli bükülmüş, saçları ağarmış ve gözlerinde acı bir pişmanlığın izlerini taşıyan bir teyzeyle hasbihal etme fırsatını yakaladım. Sohbet esnasında “kimin kimsen yok mu?’’ diye sorduğumda aldığım cevap beni şaşkına çevirdi adeta.
“Bir doktor oğlum, bir de avukat kızım var. Fakat o kadar dünya meşguliyetindeler ki, benimle ilgilenme vakitleri bile olmuyor. Ayak bağı oluyorum diye beni, adına huzurevi (!) dedikleri bu yere hapsedip, çekip gittiler. Benim üzüldüğüm, kahrolduğum nokta, bu duruma düşmeme kendim sebep olmamdır.
İyi bir makama gelsinler daha çok dünya malına sahip olsunlar diye, onları manevî eğitimden uzak, sadece maddî eğitime yönlendirdim. Hiçbir dinî bilgi vermedim. Şimdi daha iyi anlıyorum ki, ahlâkî sistemlerini ben kendi ellerimle bozmuşum ben sebep olmuşum bu bütün bu olanlara.’’
Bu dinlediğim yalnızca bir örnek. Kimbilir daha nice böyle olaylar yaşanmış ve yaşanıyor... Bu konuyla ilgili Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin çok çarpıcı bir tesbiti var:
“Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir iman dersi almazsa; İslâm’ın ve imanın erkânlarını ruhuna alması sonra çok zor olur, yabanî düşer. Özellikle anne ve babasını dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanî olur” .
Dolayısıyla maddî-manevî eğitim gören bir birey, sadece matematik, fen, Türkçe ya da bir yabancı dil, ahlâkî eğitim vs. gibi alanlarda belli konuları öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda elde ettiği bilgilerle toplumsal yapıdaki rolünü de başarıyla yerine getirmiş olur. Eğitim, sadece belirli konularda, belli şartlarda teorik olarak bir şeyler öğrenmek-öğretmek değildir. Eğitim; verimli bir şekilde öğrenmenin en etkili yollarını arayıp bulma, transferinde bulunduğu bilgileri özümseyip ve içselleştirip, sosyal ortamdaki varlıklara karşı takındığı örnek rol modeliyle, hadis-i şerifte geçen, “insanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” sırrına mazhar olmaktır.
Eğitimin faydaları, sadece bireye yönelik değildir. Aynı zamanda içinde bulunduğu toplumun her kesimine her kitlesine fayda sağlamaktır.
Ne kadar önemli bir unsur/öge oldukları toplum tarafından fark edilip takdir edilir. Unutulmamalıdır ki, iyi bir eğitim, geleceğe yapılan büyük kârlı bir yatırımdır.
Ve gelecek nesil adına ümitvar olmaktır.
*Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencisi
Okunma Sayısı: 11407
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı