Dünyanın kalbinde bir sancı var. Teknoloji ilerledikçe, insanın çevreyi sadece gözlemlemekle kalmayıp müdahale etmeye çalıştığı günlere geldik.
Atmosferi, iyonosferi, hatta belki yeraltı fay hatlarını şekillendirmek isteyen bir insanlık profili karşımızda duruyor. Neden mi? Hep bir çıkar uğruna...
Depremler, coğrafî açıdan “tabiî süreçler”in sonucu gibi görünse de, bazı zihinlerde hâlâ "Acaba?" sorusunu uyandırıyor. İnsan eliyle tabiata müdahale ihtimali, artık bir komplo teorisi olmaktan çok, bilimsel belgelerde adım adım yer buluyor. Herkesin ayrı bir yorumu sosyal mecralarda da yerini alıyor.
Ancak burada durup derin bir nefes almak lazım. Çünkü Risale-i Nur’un bizlere hatırlattığı bir büyük hakikat var:
“İşte, kudret-i İlâhiye zatîyedir. Öyle ise acz tahallül edemez.”
Ve hiçbir şey kudret-i İlâhiye’nin daire-i izninden çıkamaz. Yani, insan isterse tüm gökyüzünü radarlarla kuşatsın, isterse yerin altına dalgalar göndersin, isterse suların akışını değiştirsin... Allah’ın iradesi ve izni olmadan bir yaprak bile kıpırdamaz.
Beşerin zulümleriyle tabiat da gazaba gelir. Bediüzzaman Said Nursî, 1911’de Şam’da irad ettiği hutbesinde şöyle demişti:”Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa istikbâlde hak ve hakikat, âlem-i İslâm’da nev-i beşerin eski hatîatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşâallah...”
Bu cümle bugün kulağımızda yankılanıyor âdeta. İnsan zulümle sadece birbirine karşı değil, tabiî ki yazımızın asıl maksadı olan maddî musibetlerin ortaya çıkmasına da basamak oluyor. İnsan haddini aşarsa tabiatın dengesini bozuyor.
Bunu bazı projelerde de görüyoruz. Tabiata yapılan her sun’î müdahale, bir başka yerden dengeyi sarsıyor. Evet depremler, adetullah dairesinde, belki doğanın kendi döngüsünün bir parçasıydı, belki de insanın haddi aşan zulümlü davranışlarının küçük bir yankısıydı.
Hangisi olursa olsun, netice değişmez: İnsanın görevi doğayı yönetmek değil, Allah’ın bir emaneti olan tabiata/doğaya şahitlik etmek ve onu korumaktır.
Bugün bilim ve teknoloji, insanı neredeyse kendini ilâhlaştıracak kadar gururlandırıyor. Ama her deprem, her fırtına, her yıldırım bize âdeta bağırıyor: “Sen acizsin! Sen fânîsin! Sen emanetçisin!..”
Yeraltı fayları veya gökyüzündeki manyetik akımları birilerinin oyun alanı gibi görünse de, hakikatte kudret-i İlâhiye’nin emrindedir.
İnsanın vazifesi, kudretini değil acziyetini anlamaktır. Ve belki de bugün, bazı projelere kafa yorarken en çok hatırlamamız gereken maksat ise; her şey gibi tabiatın da Allah’ın emri altında olduğudur. Ona isyan yoktur. “Zulmün cezası gecikse de mutlaka gelir” şuuruyla musibete uğrayanlar hep birlikte, hem bir imtihanı yaşıyor, hem de insanlığın haddini bilmesi için sessizce şahitlik ediyor.