Büyük şehirlerde yaşayan ‘’yalnız insan’’ sayısı, gün geçtikçe çoğalmakta ve insanlar sürekli ‘’yalnızlıktan’’ dem vurmaktadır.
Öyle ki hemen yanı başında, pek çok arkadaşı olmasına rağmen ‘’çok yalnızım’’ diyenlerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır.
Peki, nasıl oluyor da çevrede, bunca yalnızlığı gideren unsurlar var olmasına rağmen, hâlâ ‘’yalnızlıktan’’ yakınılıyor?
İnsanlar hayatlarını sürdürmek için, becerilerinin ve üreticilik kabiliyetlerinin hemen hiçbirini artık kullanmamaya başladılar. Veya buna ihtiyaç duymadılar. Sanki her şey, onlar için önceden tasarlanmış ve üretilmiş. Sosyal toplum yerine, robotlaştırılmış bir topluma dönüştürüldük. Dolayısıyla, bireyler zamanla yalnızlık çemberiyle kuşatılmış bir hale geldi.
Mahalle kültüründeki sokak dostluğu, kapı komşuluğu, oyun arkadaşlığı gibi kavramları hayatımızdan çıkardık. Bunları yaşamak yerine, hayalî dünyaların kapılarında hayalî dostluklar aradık. Bu şekilde hayalî dünya, hayatımızın her alanına hükmetmeye ve bizi esareti altına almaya başladı.
Hayalî dünyanın esaretinde, birtakım kültürel değerler ve an’aneler kaybolmaya yüz tuttu. Meselâ, mahalle kültürü, yerini hayalî kültüre; sokak arkadaşlığı, yerini chat partnerliğine ve kapı komşuluğu da yerini kıt’alar ötesi arkadaşlığına bıraktı. Öte yandan, mahalle muhallebicilerindeki masum sevdalar yerine sun’î, hayalî ve daha popüler aşklar (!) tercih edilir oldu.
Kültürel yozlaşmanın etki alanı, yaşadığımız alanla sınırlı kalmadı. Aile kurumu da bu sosyo-kültürel değişimden oldukça etkilendi. Ebeveyn-çocuk ilişkisi ters bir korelasyona dönüştü. Öyle ki, zamanla aile fertleri, magazinel haberlerin muhabiri konumuna düştü.
Evler birer oyuncak mezarlığına dönüşmüş âdeta. Yalnızlığa terk edilmiş olan bir bez bebek, küçük arkadaşıyla yaşadığı o mes’ud günleri mahzun mahzun hatırlayıp o günlerin tekrar yaşanmasını ne kadar da istese, küçük arkadaşı, elektronik ağlarla örülmüş bilgisayar başında, hayalî dünyanın bez bebekten daha cansız, şuursuz ve sun’î oyunlarında kendini çoktan kaybetmiş.
Kendi özünden iyice uzaklaşan kişi, toplu taşıma araçlarında, parklarda ve kalabalık pazar meydanlarında, tamamen dış çevreden soyutlanmıştır. Beş duyusuyla hayalî dünyanın örümcek ağlarına teslim olmuş ve 21.Yüzyılın yalnızlık girdabında boğulmuş bir duruma düşmüştür.
Kitap arkadaşlığı kavramı, lügatımızdan çıkalı çok oldu. Huzur ikliminin limanı olan kütüphane köşelerindeki okuma arkadaşlığına çoktan prangalar vuruldu. Bu da yetmiyormuş gibi, yaşanan bütün bu gelişmelere, gelişmişlik, uygarlık ve medeniyet (!) adını verdik.
Hülâsa ‘’yalnızlaştırma politikasını’’ mahir siyasetçiler edasıyla ve hatta onlara taş çıkartacak cinsten, hayatımıza bizzat kendimiz tatbik etmiş bulunmaktayız. Ve nihayetinde de milyonları bulan mega şehirlerde ‘’yalnızlaşan bireyler’ topluluğuna dönüştük.