Bu zamanda hem bir zaaf, hem bir hastalık, hem bir tenbellik eseri, hem de tehlikeli gelişmelere zemin hazırlayan bir adet, bir alışkanlık ve bir tarz-ı telâkki var ki, bunu “Aklını başkasının cebine koymak” şeklinde isimlendirmek mümkün.
Bu meselenin izahına ve üzerinde tahşidatta bulunmaya sıklıkla ihtiyaç duymaktayız. Zira, söz konusu dert, henüz kâmil mânada devâ bulmuş değil. Birçok alanda, fertlerin, hatta kitlelerin akıl ve iradesi yer yer hâlâ şahısların elinde, yani liderlerin cebinde, yahut ipoteği altında.
Bu sebeple, aynı konuya tekraren değinme ihtiyacını duymaktayız. Şöyle ki:
Hakikatte son derece tehlikeli olmasına ve büyük zararları görülmesine rağmen, muhakemesi kıt bazı kimselerin fikir ve iradesi sanki ellerinden alınmış da, şurada burada yer edinmiş kimi şöhretli şahısların eline teslim edilmiş gibidir.
Adeta, şahsın bir emriyle, grup veya kitleler yatıp kalkıyor, durup yürüyor, sağa sola dönüyor, şu veya bu partiye oyunu, ya da elindeki parayı veriyor, vesaire... Böylesi yöntemlerin sağlam olduğu söylenebilir mi? Bu tür bir vaziyetin güvenli olduğuna hiç inanılır mı? Madem öyle, o halde, bu zamanda tehlikeli ve netameli olan "şahs-ı vahid"e değil, "şahs-ı mânevî"ye güvenip sırtını ona dayamalı ki, emniyet hasıl olsun.
Evet, şahs-ı vahide dayanmak, geçmişte olmasa da günümüzde son derece risklidir; zararı ve tehlikesi büyüktür.
Bir kere, şahsın yanılmasıyla, yahut hataya düşmesiyle, hükmettiği kitle de otomatikman yanılgıya düşmüş oluyor. Sakıncanın büyüğü, işte burada karşımıza çıkıyor. Zira, bilhassa zamanımızda çeşitli yöntemlerle şahısların yanılması, yanılgıya düşürülmesi veya farklı taraflara yönlendirilmesi pekâla mümkündür.
* * *
Teknolojinin mû'cize sınırına gelip dayandığı bugünkü dünyada, ilâçla, siyanürle, zihin kontrolü metoduyla veya elektromanyetik müdahale yöntemleriyle, en güvenilir zannettiğiniz şahıslar dahi takip ve kontrol altına alınabiliyor. Hatta, hiç umulmadık istikametlere sevk edilebiliyor; daha feci olanı, zaman içinde ruh ve vücut kimyaları dahi değiştirilebiliyor.
O halde, şahıslara bağlanmamalı, iradesini şahısların insafına ve inisiyatifine terk etmemeli. Aksi halde, toptan yanılmalar, toptan satışa gelmeler, toptan şevk ve moral kırılmaları kaçınılmaz olur.
Bilhassa, hürriyet ve demokrasinin hükmettiği, hükümrân olması gerektiği çağımızda, şahıs merkezli veya şahsa endeksli yapıların âkıbeti vahim oluyor. Etrafımıza şöyle bir nazar gezdirdiğimizde, bunun misallerini açıkça görebiliyoruz.
* * *
Günümüz itibariyle, hem hariç ülkelerde, hem de ülkemiz dahilinde, siyasetten ticarete, spordan sosyal grupların yapılanmasına varıncaya kadar, hemen her sahada şahıs endeksli şiddetli sarsıntılara hep şahit olduk ve olmaktayız.
Bir grup, bir kitle veya bir camia, şahsa ne kadar bağlanmışsa, ne ölçüde serfürû edip onu parlatmışsa, mukadder olan sarsıntılar neticesi vücuda gelen zarar-ziyan da o nisbette büyük ve ağır olmuştur.
Şahıslara, liderlere, yöneticilere elbette ki ihtiyaç vardır. Lâkin, her hasenatı onlara vermek, her başarıyı onlara mal etmek ve tabandaki kitleyi adeta hiçe sayarcasına silik, pasif göstermek, büyük bir zulümdür, gadirdir. Bilhassa, şahsa dayalı emir-komuta sistemli yapılanmalarda, hata ve kusurlar başa verilmeli, tâ ki binden bire insin; aynı şekilde, iyilik ve hasenat tabana verilmeli, tâ ki birden bine yükselsin.
Bu ulvî hakikate rağmen, ne yazık ki, günümüz insanı başka türlü enforme edilmeye çalışılıyor. Bu durum, kitle psikolojisi açısından ciddî bir handikapla karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor.
* * *
Hangi meselede olursa olsun, haddin-hududun aşıldığı noktada, mutlaka bir sıkıntı zuhûr etmeye başlar. Zira, "Derman hadden aşarsa, dert getirir." Bizdeki durum, maalesef bir hadden aşma, huduttan taşma, çığırdan çıkma vakıasıdır.
O halde, şöyle bir durup düşünerek aklımızı başımıza devşirmemiz ve şu noktalara dikkat etmemiz lâzım: Meselâ, sporda olduğu gibi, siyasî, sosyal veya etnisite gibi kitleleri harekete geçiren konularda dikkatli davranmalı. Aşırılıklara meyletmemeli. Şahısları büyük göstermeye çalışmamalı. İrademizi şahısların ipoteğine terk etmemeli. Şahıslara değil fikirlere bağlanmalı. Değişken fânilerin direktifiyle değil, ilkelere, prensiplere göre hareket etmeli. Sağlam, ulvî, kudsî dâvâlara bağlanmalı. Tâ ki, toptan yanılma, yahut toptan satışa gelme gibi vartalara düşmeyelim.