Hayatın genel doğruları vardır. Onlardan biri de şudur: Şu dünya hayatında hiçbirimiz torpilli veya imtiyazlı olarak yaratılmış değiliz.
Bu hayatta hepimiz acıkır, yorulur, hastalanır, hatta sakat veya özürlü hâle gelebiliriz. Hepimizin başına türlü belâlar, musibetler, felâketler gelebilir. Hepimiz türlü baskılara, zulümlere haksızlıklara mâruz kalabiliriz. (İstisnalar bahsimizden hariçtir; makbul veya muvazzaf bazı kimseler, bazı hâllerde istisnaî olarak İlâhî inayete mazhar olurlar.)
Ne var ki, bazen gaflete düşerek başımıza gelenlerden dolayı şekvâ ediyor, yahut isyânkâr olabiliyoruz. Şayet başımıza gelenlerin hikmetini bilir ve idrak edersek, hem isyankâr bir duruma düşmez, hem çektiğimiz sıkıntının şiddetini asgarî seviyeye indirgemiş oluruz.
«
Bu yazının ana fikri hakkında mükemmel bir mihenk ve terazi mahiyetinde gördüğümüz Üstad Bediüzzaman’ın veciz bir ifadesi var. Bir lâhika mektubunda şunu söylüyor: “Senin başına gelen zulümler ve musîbetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulmediyorlar. Fakat kader, senin gizli hatalarına binaen, o musîbet eliyle seni hem terbiye, hem hatana kefaret ediyor.” 1
Bu dünyanın bir teklif ve imtihan meydanı olduğuna inanıyoruz. Şayet başımıza hiç belâ, musibet, hastalık, haksızlık gibi şeyler gelmeseydi, “sabır imtihanı” gibi, “teklif sırrı” da ortadan kalkmış olurdu.
İktibas ettiğimiz vecizede, ayrıca insanın “gizli hata”larından söz ediliyor. Yani, Allah’tan başka kimsenin bilmediği hata ve günahlar hatırlatılıyor ve bunların bu dünyadaki cezasını dolaylı şekilde verildiğine dikkat çekiliyor. O dolaylı cezalar ise, hata yapan insanı hem terbiye etmiş oluyor, hem de onun hata ve günahları için kefaret hükmüne geçiyor.
Gafil insan, kaderin bu sırr-ı hikmetini bilemediği için, şu meâlde şekvâlar edip duruyor: “Yahu ben ne yaptım ki, bunlar başıma geldi. Falan kimseler, filan idareciler bana zulmediyor. Benim hakkımı gasbediyor. Ben bu meselede mağdurum, mazlumum, hatta masum durumdayım. Bana ve benim gibilere bu haksızlıkları reva görenler de zalimdir, gaddardır, diktatördür…”
Tamam, eyvallah, bunlar doğru da, doğrunun tamamı değil. Zira, şu imtihan dünyasında hem kaderin hissesi var, hem de kaderin adaleti söz konusudur. Kader, senin gizli başka hata ve günahlarından dolayı, bazen senin başına bir zalimi musallat ediyor. Bazen başka bir belâ ve musibetle seni terbiye ediyor.
Yani, başımıza gelen her musibet ve sıkıntının mutlaka ve mutlaka bir kaderî boyutu var demektir. Bunu hesaba katmadan mütemadiyen şekvâcı olmak, Allah’ın her günü feryâd-û figân etmek “teklif ve imtihan sırrı”na muvafık gelmediği gibi, yaşanan sıkıntı ve eziyeti de katmerli bir hale getirir.
«
İyisi mi, bu meseleyi projeksiyon gibi aydınlatan bir başka vecizeyi de iktibas ederek noktayı koyalım. Sözler isimli eserinde aynı hakikate dair şunları söylüyor Hz. Bediüzzaman: "Kader, hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar, zâhirî gördükleri illetlere hükümlerini bina eder, kaderin aynı adaletinde zulme düşerler. Meselâ: Hâkim, seni sirkatle [hırsızlıkla] mahkûm edip hapsetti. Halbuki, sen sârık [hırsız] değilsin. Fakat, kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte, kader-i İlâhî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş; hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate [hırsızlığa] binâen mahkûm ettiği için zulmetmiştir." 2
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası, s. 173.
2- Sözler, s. 428.