Sultan Abdulaziz'in büyük oğlu veliaht Yusuf İzzeddin Efendi, 1 Şubat 1916’da kendi evinde tek kol bileği kesilmiş hâlde ölü olarak bulundu.
O günün resmî makamları, bu şüpheli ölümün “intihar” olduğunu duyurdu. Ne var ki, bu manadaki resmî açıklama pek inandırıcı olmadı. Bunun önemli sebepleri vardı. Birinci sebep olarak da, veliaht İzzeddin Efendi’nin babası olan Sultan Abdülaziz’in de benzer bir akıbetle vefat etmiş olmasıdır. Hatta öyle ki, 1876'da tahttan indirildiği için intihar ettiği söylenen Sultan Abdülaziz’in daha sonra (mahkeme kayıtları dahil) gayet vahşice ve zalimce katledildiği toplum nazarında da umumî bir kanaat halini aldı.
Ama şöyle, ama böyle, netice itibariyle, baba ile oğul benzer bir âkıbetle gitmiş oldular. Allah ikisine de rahmet ve mağfiret eylesin.
Bu mukaddimeden sonra, şimdi asıl günün tarihine dönelim.
*
Hem şehzâde (padişahın oğlu), hem de veliaht (saltanat adayı, namzedi) olan Yusuf İzzeddin'in şüpheli bir şekilde vefat etmesi, tam 40 yıl önceki bir tartışmayı tekrar gündeme taşımış oldu: "İntihar mı, yoksa cinayet mi?" tartışması.
Yukarıda da değindiğimiz gibi, Yusuf İzzeddin Efendi’nin babası Sultan Abdulaziz Han, 1876 senesi 30 Mayıs'ında bir askerî darbe sonucu tahttan indirilmiş ve 4 Haziran günü de intihar süsü verilerek (her iki bileği kesilerek) aslında katledilmiş idi.
Bilâhare yapılan tıbbî tetkik ve adlî araştırmalar neticesinde, bir kimsenin aynı anda her iki kol bileğini kesemeyeceği hükmüne varıldı ve cinayete bulaşanlara muhtelif cezalar verildi.
İşte, Yusuf İzzeddin Efendi’nin ölümü de babasının durumuyla benzerlik arz ettiği için, haklı olarak aynı şüphelerin doğmasına sebebiyet verdi. Şekil bakımından aradaki tek fark, kol bileklerinden sadece bir tanesinin kesilmiş olması.
59 yaşında vefat eden veliahtın cenaze namazı, pek büyük bir cemaatle Ayasofya Camii'nde kılındı ve naaşı da babası ile annesinin medfun bulunduğu II. Mahmud Türbesi’ne defnedildi.
*
Sultan Abdülaziz Hanın büyük oğlu olan şehzade veliaht Yusuf İzzeddin Efendi, 1857’de İstanbul’da doğdu. Sarayda özel eğitim görerek yetiştirildi. 1867’de henüz 10 yaşındayken babasıyla birlikte Avrupa seyahatine katıldı.
Babasının 1876'da tahttan indirilip katledilmesi, hemen ardından annesine revâ görülen çirkin muamele, onun ruh âlemi üzerinde yıkıcı tesirler bıraktı. Bu sebeple, kendisi de her an öldürülme endişesi içinde yaşadı.
Sultan II. Abdülhamid, 1909 Nisan'ında tahttan indirilince, yerine Sultan Reşâd geçti. Yûsuf İzzeddîn Efendi de, aynı anda veliaht (sultan adayı) olarak îlân edildi.
1910 ve 1912’de olmak üzere iki kez Avrupa seyahatinde bulundu. 1913’te Bulgar işgalinden kurtulan Edirne’yi ziyâret etti. Edirne'de halkın coşkun tezahüratıyla karşılandı.
1915'te Birinci Dünya Harbi’nin endişe verici gidişatını görünce, bir ateşkesin sağlanabilmesi maksadıyla Viyana’ya gidip geldi.
Yine aynı sene içinde, alevlerin göğe yükseldiği Çanakkale Cephesi’ne giderek incelemelerde bulundu, cephedeki askerlere moral vermeye çalıştı.
Bu tarihten sonra Yusuf İzzeddin Efendi’ye "istikbâlin sultanı" gözüyle bakılıyordu.
Kendisi de böylesi bir beklenti içindeydi. Ancak, babasının başına gelenleri hatırladıkça, evhama düşüyor ve devlet kademesindeki herkese şüpheyle yaklaşıyordu.
Öyle ki, kendisine bir fenalık yapılmaması için, yetkili şahıslardan yazılı–sözlü yemin ve senetler beklediği yönündeki söylentiler bile yayılmaya başladı.
İşte, tam da böylesi bir hengâmenin yaşandığı esnada, Zincirlikuyu'daki köşkünün harem odasında, tek bileği kesilmiş ve kan kaybından ölmüş bir halde bulundu.
Bu fecî ölüm hadisesi, I. Dünya Savaşı’nın hayhuyu içinde her ne kadar unutturulmaya çalışıldı ise de, "insanlığın vicdanı" olan tarih unutmadı.
Evet, aradan yüz küsur yıllık bir süre geçmiş olmasına rağmen, hadisenin mahiyeti hâlâ meçhûl durumda. Zira, diğer benzerleri gibi bu ölüm vak'ası üzerinde de o meşhûr "derin devletin" koyu gölgesi var.
Şunu dileyerek bitirelim: "Kalmasın Allah'ım, bu âlemde bir hakikat nihân."