"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hakikî tarihin şahitliği

M. Latif SALİHOĞLU
26 Mayıs 2025, Pazartesi
Değerli bir ağabeyimiz tarafından tarihle ilgili bize uzunca bir metin gönderildi. Ağırlıklı olarak Osmanlı tarihine dair; ama, yanlışlarla doğruların alabildiğine karıştırıldığı bir metin.

Sahibi-yazarı belirtilmemiş olan bu karmaşık metnin okunup tarafımızdan gerekli değerlendirmelerin yapılması isteniyor.

Biz de baktık, okuduk. Okurken canımızı sıkan bir dizi yalan-yanlışlara rağmen, yine de kendi bilgi ve bakış açımıza göre bir değerlendirme yapmaya çalışalım inşallah.

«

İnternette bir hayli dolaştırılan ve çokça paylaşıldığı anlaşılan söz konusu metin, “Osmanlı Devletini 1299 yılında Oğuz Türklerinin Kayı Boyu kurmuştur” ifadesiyle başlıyor.

Ardından teknik bazı bilgiler sıralanıyor. Özetle: “1579’a kadar yükselme, bu tarihten 1699’a kadar duraklama, bu tarihten 1919’a kadar da gerileme dönemleri yaşanmış ve yıkılmıştır” ifadesi kullanılıyor.

Teknik detaylar, tarihçiler ve araştırmacılar tarafından tartışmalıdır. Biz burada o tartışmalara girmiyoruz. Yalnız burada şu bilgiyi netleştirmekte fayda var: Osmanlı Saltanatının bitiş tarihi 1919 değil, kesin ve de resmî bilgi olarak 1 Kasım 1922’dir.

«

Şimdilik yazanı bizce meçhul olan o yazı metnindeki asıl fecaat şu ifadelerle başlıyor:

“Gerçekte iki farklı Osmanlı var. Halifeliğe kadar olan Osmanlı (1299-1517) ve Halifelikten sonraki Osmanlı.”

Ana fikri “Hilâfete muhalefet”, hatta düşmanlık üzerine kurulu olan bu yazı şöyle devam ediyor: “1517 tarihinde Halifeliğin alınmasından sonraki Araplaşan Osmanlı… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı…”

Sadece Hilâfetle, Araplarla, Kürtlerle değil, İslâm dini ile de arası hiç iyi olmayan bir zihniyetin mahsulü olan yazıda, ayrıca “Türkler için her şey güzel gidiyordu; ta ki, Halifelik sevdasına düşülene kadar” şeklinde bir ifade kullanılıyor ki, bu asıl niyeti daha da açığa çıkarmış oluyor.

Devamında, hakikatle ve tarihî gerçeklikle hiç bağdaşmayan bir dizi saçmalıklar sıralanıyor. Meselâ “Yavuz Sultan Selim’in akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlisî” ifadesi kullanılıyor ki, okuyunca “Yok deve…” demekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi.

Bir kere, İdris-i Bitlisî “Şeyh” değil. Âlimdir, tarihçi ve diplomattır. İstanbul’a da İran’dan Şah İsmail’in elçisi olarak geldi. Ondan (1501) önce de Özbek Hanlığında görevli bir bilgin idi. Bir diğer nokta, İdris-i Bitlisî, Sultan Selim’in akıl hocası değil, Kürt aşiretlerinin Osmanlı’ya entegrasyonu için üstün gayret sarf eden bir danışman ve diplomat hüviyetini taşıyan itibarlı bir şahsiyettir. Daha sonra da, beyitlerle “Heşt Behişt” isimli Osmanlı tarihini yazmıştır.

Osmanlı Devletine ve Türk milletine büyük hizmeti geçen bu şahsiyet, Kemalist fikirli kimseler tarafından takdir edilmek bir yana, neredeyse dışlanıp tekdir ediliyor.

«

Şimdi “yalancı tarih”i konuşturmaya devam etmek yerine “hakikî tarih”in şahitliğine bakalım. Zira “Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikate en doğru şahittir.”

Yazarı meçhul o mahut yazıdaki iddiaya göre, Osmanlı yönetimi Hilâfeti devralmakla koca devleti çöküşe ve batmaya doğru götürmüştür. Şayet “Hilâfet” yerine “Türklük” esas alınsaymış, koca imparatorluk öyle erken batmazmış. Falan-filan…

El-insaf yahu! Acaba hangi Türk devleti var ki, Osmanlı gibi 624 sene bir ömür sürdü. Bırakın altı yüzyılı, Hilafetten sonraki Osmanlı’nın ömrü bile 400 seneyi aşkındır. Acaba, Hilafetsiz başka hangi Türk devleti var ki, birlik-bütünlük halinde 400 yıl yaşayabildi? Hunlar mı? Göktürkler mi, Avarlar mı, Hazarlar mı, Uygurlar mı, Karahanlılar mı, Gazneliler mi, Büyük Selçuklu mu, Anadolu Selçukluları mı? Harezmşahlar mı, Altınordu mu, Timur mu, Babür mü, hangisi? 

Osmanlı’nın tam aksine, bu Türk devletlerinden hangisi biraz büyümüş ise, bir süre sonra kendi arasında bölünmeye başlamışlardır. Misâl: Büyük Hun-Batı Hun-Avrupa Hun-Ak Hun, Doğu Göktürk-Batı Göktürk, Doğu Karahan-Batı Karahan, Büyük Selçuklu-Anadolu Selçuklu, vesaire…

Bütün bunlar gösteriyor ki, tek hanedan olan Osmanlı’yı altı asır müddetince payidar eden sır, İslâm kardeşliği ve İttihad-ı İslâm potasında kendini erittiği gibi, sair Türk, Kürt, Arap, Arnavut, Boşnak, Pomak ve sair unsurların da aynı potada erimesine öncülük etmesiydi.

Kaldı ki, Osmanlı’nın batması, zahirî sebebe göre bozuk İttihatçıların Türkçülük-Turancılık ütopyası olmuştur. İstiklâl Harbinin kazanılmasında ise, tâ 1923’ün sonuna kadar da İslâma-Kur’ân’a hizmet ve Hilafeti muhafaza düşüncesi hâkim olmuştur. Hatta, yeni devletin Türkiye Cumhuriyetinin dini bile İslâm idi. (Bkz: 1924 Anayasası 2. Madde.)

Tarihte en büyük iftihar vesilemiz olan din ve İslâm kardeşliğinin yerine tutup Batı emperyalistlerinin moda ve ahlâkını yerleştirmeye kalkışmak, şüphesiz dine de, tarihe de, millete de bir ihanet hükmüne geçer. Hatta, ülkeyi iç savaşa dahi sürükletebilecek bir ihanet ve cinayet hükmüne geçer.

Şüphesiz cevap verilecek daha başka itiraz noktaları da var; ancak, asıl maksadın anlaşıldığı kanaatiyle şimdilik nihayet veriyoruz.

Okunma Sayısı: 441
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı