Yakın tarihteki iki işgal hareketi yılın aynı gününde vukû buldu: 29 Eylül.
Bunlardan biri sömürgeci İtalya’nın Libya işgali; diğeri, yine sömürgeci bir millet olan İngilizlerin Filistin işgali.
İki devlet arasındaki fark şudur: İtalyan işgalleri sathî ve kısa ömürlü; İngiliz işgalleri ise, köklü ve uzun sürelidir.
İşte buna dair bazı örnekler:
Osmanlı’ya bağlı Trablusgarp sâhillerini topa tutan İtalyan kuvvetleri, 29 Eylül 1911’de Libya’yı işgal ettiğini duyurdu.
Birinci Dünya Savaşı’nda düştüğü mağlûbiyet sebebiyle Filistin’den çekilmeye zorlanan 400 yıllık Osmanlı otoritesinin yerini İngiliz işgal kuvvetleri aldı. İngiltere, Filistin’in “manda” statüsüyle kendisine bağlanmasını Milletler Cemiyetine (BM’den önceki Cemiyet–i Akvâm) kabul ettirdi. (29 Eylül 1923)
*
Osmanlıya ve İslâm dünyasına en çok zarar veren, onlara karşı düşmanlıkta sınır tanımayanların başında hiç tereddütsüz İngilizlerin “sömürgecilik ruhu” geliyor.
Elbette tarihte Rusların, Fransızların, İtalyanların ve Yunanların da çok büyük zararları görülmüştür. Ancak, hiçbiri İngiltere’nin ve İngiliz Devletler Topluluğu’nun bize vermiş olduğu zarar–ziyan seviyesinde olmamıştır.
Bu arada, Rus ve İngiliz milletler topluluğu içinde, hemen her yönüyle tesir gücüne sahip olan unsurların başında masonlar, Yahudiler ve Yahudi lobilerinin geldiğini de hatırlatarak konuya devam edelim.
*
Haçlı seferleri düzenleyerek maksadına ulaşamayacağını anlayan Avrupa zalimleri, 1700’lü yılların başından itibaren yeni bir mücadele metodunu devreye soktular.
Bilhassa İngiliz Sömürgeler Bakanlığı (Müstemlekât Nazırlığı), bu işin başını çekiyordu. Bu bakanlığın emrinde çalışmak üzere 1710’da İslâm coğrafyasına (İstanbul, Kahire, Hicaz...) gönderilen meşhûr casus Mr. Hempher, bilâhare yayınlanan “itirafnâme”sinde özetle şunları söylüyor:
* Devletimin temel felsefesine göre, Büyük Britanya’nın huzur ve barışı için, İslâm dünyası daimî bir sıkıntı, sancı ve kargaşa içinde olmalı.
* Osmanlı ve Ortadoğu coğrafyasında en az beş bin İngiliz casusu var.
* İstanbul ve Kahire’deki medrese hocalarına tesir edemedim. Son derece tedbirli ve sorgulayıcı davranıyorlardı. Hicaz’da ise, Arap Vahhabî hareketinin kuruluş ve diriliş safhasında son derece etkili çalışmalarım oldu.
* Gittiğim hemen her yerde, tarikatların zikir halkalarına kolaylıkla girebildim. Müritler, sorgulamak bir yana, beni şeyhleriyle tanıştırmak için birbiriyle âdeta yarışıyorlardı.
* Kürtler, Osmanlı’ya ve İslâm Halifesine öylesine kuvvetli hislerle bağlanmışlar ki, onlarda milliyetçilik damarını uyandırmak mümkün görünmüyor.
* İslâm dünyasını parçalamak için, onları İslâmdan önceki hayata ve türlü günahlara özendirmek lâzım.
* Arap olmayanları Arapçadan nefret ettirmek ve kendi dillerinin önemini vurgulayan propagandalarda bulunmak gerekir.
*
Müslümanları sinsice iğfal ile topraklarını sömürgeleştiren, yahut işgal eden İngilizler, bu iş için büyük çaba gösterdiler. Binlerce casusuyla, yıllarca onları Osmanlı’dan ve birbirinden soğutmaya çalıştılar. Sonunda da muvaffak oldular.
I. Dünya Savaşı’nda, Arapları Osmanlı’ya karşı kışkırttılar; hemen ardından topraklarını ele geçirdiler. 1917’de Kudüs’e girdiler. 1923’te Filistin’i resmen işgal ettiler. Bu topraklara, kademeli şekilde Yahudileri yerleştirdiler. 1948’de ise, burada bir Yahudî devletinin (İsrail) kurulmasına olanca kuvvetleriyle destek verdiler. İngilizler, aynı metodu Kıbrıs’ta da uyguladılar. İtalyanlar da Ege adalarında.
Bu iki gaddar hükümetin sinsî gayretleri sonucu, Müslüman nüfusun sindirildiği Filistin toprakları Yahudilerin, Kıbrıs ile Ege’deki 12 ada da Rumların hâkimiyetine geçti.
Kendini çok iyi kamufle etmeyi başarmış görünen sömürgeci anlayış, Müslümanların zihnini bulandırmaya ve İslâm ülkelerinin içini karıştırmaya el’an devam ediyor. Dikkatli olmalı, müteyakkız davranmalı.