Bu yazıda Said Nursî ile ilgili olarak, eksik bilgi sebebiyle yapılan yanlış yönlendirmelere karşı bazı izahlarda bulunmak istiyoruz.
Muharrem Coşkun (Akit Tv Haber Koordinatörü), 117 sene evvel Selanik’te çıkan Fransızca bir gazetenin Said Nursî ile ilgili haberine istinaden, Bediüzzaman Hazretlerini sanki Hilâfete karşıymış gibi göstermeye çalıştı.
Muharrem Bey, sosyal medyada yayınladığı kısacık bir mesajda iki hatayı birden işledi.
Birinci hatası şu ifadede yer alıyor: “Sultan Abdülhamid'e karşı İttihatçıların darbesini destekleyen Said Nursî…”
Aynı hatayı rahmetli Kadir Mısıroğlu da maalesef defalarca tekrarladı. Üstelik, bu azim hatasını düzeltmeden göçüp gitti. Mecburen iş o büyük “Hesap Günü”ne kaldı ki, durum çok daha vahim bir boyut kazanmış oldu.
Zira, hakikat şudur ki: Sultan Abdülhamid’i 27 Nisan 1909’da tahttan indirip Selanik’e gönderen darbeci İttihatçılar, Bediüzzaman Said Nursî’yi de İzmit’te derdest edip İstanbul’a getirttiler ve kurdukları Sıkıyönetim Mahkemesinde (Divan-ı Harb-i Örfî) onu idamla yargıladılar.
Bu durumda nasıl oluyor da “Said Nursî, İttihatçıların darbesini desteklemiş” oluyor?
Muharrem Bey, muhtemelen Temmuz 1908’deki II. Meşrutiyet’in ilânı ile Nisan 1909’daki darbeyi birbirine karıştırıyordur. Oysa ki, bu iki hadisenin tarihi birbirinden farklı olduğu gibi, niyeti, mahiyeti ve neticesi de birbirinden hayli farklı gelişmelerdir.
Muharrem Beyin ikinci ve daha büyük hatası, Said Nursî’yi Hilâfete karşıymış gibi göstermesidir. Böyle bir şeyin aslı-astarı yoktur. Kısaca, Said Nursî, devleti yöneten bazı halifelerin yanlışlarına karşı gelmiş; ama, Hilâfet manasına asla ve kat’a karşı gelmemiştir. Tam aksine, hem kendisinin, hem Risale-i Nur’un “Hilâfetin en mühim vazifesi olan neşr-i hakaik-i imaniye ve İslâmiye” noktasında Hz. Hasan’ın (ra) bir mütemmimi ve manevî veledi olduğunu ifade ediyor. Hatta “Risale-i Nur’a tam beşinci halife nazarıyla bakılabilir” diyor.
Bununla beraber, 1935’de çıkarıldığı Eskişehir Mahkemesinde “Hilafet saltanatı” tabirini kullanarak, bu manayı müdafaa ediyor.
Bu meyandaki bilgiler, onun “Tarihçe-i Hayatı” isimli eserinin ilgili bölümü ile “Müdafaat Risalesi”nde detaylı şekilde yer alıyor.
Değerli Muharrem Bey, sizinle tâ Hilal TV’de çalıştığınız zamandan beri tanışırız. Bir programa vaki davetinize icabeten katıldım, sizi yakından tanımış oldum. Bende intiba, dobra ve hakperest bir şahsiyet olduğunuz şeklinde. Lütfen, bu konuda da hakperest davranın ve 117 sene önceki bir gazete haberini değil, Said Nursî’nin kendi eserlerinden, kendi ifadelerinden hareketle onun Hilâfet hakkındaki fikir ve kanaatini esas alın.
«
Ahmet Yozgat (eğitimci, ressam, yazar) Bey, 2 saati aşkın bir videosunun sonlarında, vaki bir suâl üzerine Said Nursî hakkındaki düşünce ve kanaatlerini ifade ediyor.
Konuşmalarında ve cevaplarında bizim de takdir ve tasdik ettiğimiz vurucu noktalar var. Misâl, ırkçılığı reddedip İslâm kardeşliğini nazara vermekte takdire şayan bir üslup kullanıyor.
Zekâsını, hafızasını, ilmini yüksek bulup takdir ettiği Said Nursî hakkında da kısaca şunları söylüyor: Eski Said’i severim. “Deli Said”i severim. Said-i Kürdî’yi de severim; ama, “Yeni Said”i sevmem.
Sevmeme gerekçesini ise, ne gariptir ki, Said Nursî’nin Rusya’nın Kostroma’sındaki esaretten firar ile vatanına avdet ederken, güzergâh olarak “Almanya’yı tercih” etmesine dayandırıyor.
Dinlerken, doğrusu hayret ve taaccüp içinde kaldım. Ahmet Bey, Said Nursî’nin esaretten kurtulmasına hiç sevinmiyor. Sevinmek bir yana “Neden Hazar taraflarında bir tarikle kendi memleketine gitmedi de, tuttu Almanya üzerinden İstanbul’a gelmeyi tercih etti?” diye, adeta “Öküzün altında buzağı aramak” gibi bir noktaya takılıp kalıyor.
Ahmet Beye göre Said Nursî “Almanya ekolü”nü benimsemiş, onlarla iletişim kurmuş, onların etkisi altında kalmış, bundan sonraki hayatını da ona göre şekillendirmiş imiş…
El insaf Ahmet Hocam! Said Nursî, dahilî yahut haricî cereyanların etkisi altına girecek bir şahsiyet midir? Şayet fikir ve kanaatiniz bu yönde ise, kusura bakmayın ama, siz Said Nursî’yi hakkıyla tanımamışsınız demektir.
Yahu, her türlü tahakküm ve işkenceye rağmen ceberrut bir rejim olan Kemalizmin etkisi altına girmeyen ve muhaliflerine kaşı hayatı ölümden beter hale getiren Mustafa Kemal'e zerrece meyletmeyen Said Nusî, neden haricî başka cereyanların tesiri altına girsin? Hem, dünya saltanatı onun umurunda olmadığı için, böyle şeylere neden tenezzül etsin ki…
Doğrusu, elli seneye yakındır Said Nursî ve Risale-i Nur odaklı araştırmalarımda ilk defa Ahmet Yozgat Beyefendinin vaki itirazına rastlamış bulunmaktayım.
Son bir not: Şimdilik uzaklardayım. Şarkî Anadolu’nun ücra bir beldesindeyim. Şayet imkân-fırsat bulabilirsem, hem Muharrem Coşkun Beyi, hem Ahmet Yozgat Hocayı bizzat gidip makamlarında ziyaret etmek ve bu meseleleri onlarla yüzyüze görüşmek isterim. Bakalım, ileride inşallah kısmet-nasip olur diyerek, şimdilik noktayı koyalım.