Hemen ifade edelim ki, başlıkta her hangi bir yazım hatası yok.
Yani “muallim” yerine sehven “müellim” yazılmış değil. Öyleyse iki kelimenin mâna farkını hemen hatırlayalım.
Muallim; öğreten, tâlim eden, öğretici, eğitici kimse. Biraz daha açarsak; mesleği eğitim öğretim olan, eğitim ve öğretim kurumlarında ders veren, bilgi öğreten kimse, öğretmen, hoca, müderris. Müellim ise, acı ve elem veren demektir.
Eskiden “Dârü’l-muallimin” dedikleri erkek öğretmen okulunda on bir yıl muallimlik ve yöneticilik yapan biri olarak; muallim ünvanının nerelerde ve kimler için istimal edildiği misallerine buyurun beraber bir göz atalım: Hazret-i Bediüzzaman’ın; âlemlerin güneşi, iki cihan sultanı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ı emsalsiz tarifinde “muallim-ül ukul” (akılların muallimi) tavsifi, muallimliğin belki en yüksek mertebesine işaret eder.
Ziyâ Paşa der ki: “Bir mektebe oldu kim müdâvim, Allâh idi zâtına muallim.”
Cenap Şahâbeddin, Bismark’ın meşhur şu sözünü hatırlatır: “1870/71 gālibiyetini mekâtib-i ibtidâiyye muallimlerine medyûnuz.”
Mâlik Aksel; hakikî bir muallim örneğini şöyle nazara verir: “Fakir muallim yiyeceğinden keserek kitap topluyor, İstanbul şehir kütüphânesini kuruyor, bunu millete bağışlıyor, kendisi de açlıktan verem olarak çok sevdiği kitaplarından ayrılıyordu.”
İlk hoca anlamındaki “Muallim-i evvel” terkibi ilk çağlarda Aristo’ya unvan olmuştur.
Şimdi gelelim, acı ve elem veren mânasındaki “müelllim”i, köyüne gelen muallimler için istimal eden Âbid Ağa hikâyesine.. Kıymetli eğitimci ve irfan adamı Seyyid Ahmed Arvasî Hoca‘nın Ağrı/Tutak Mollaşemdin Köyü’nde, 1953-1954 yıllarında ilkokul öğretmeni olarak vazife yaptığı günlere ait bir hâtırası şöyle: Köylüler, Ahmed Arvasî Hoca’ya “Öğretmen Bey” diye hitap ederken, bir kişi; içlerinden en yaşlısı ve gözlerinden zekâ fışkıran Âbid Ağa, ısrarla “Müellim Bey!” diye hitap etmektedir. Arvasî Hoca, ”her halde, kelimeyi yanlış telâffuz ediyor!” diye düşünür ve üzerinde durmaz. Arvasî Hoca, bir müddet sonra duygu ve yaşayış bakımından köy halkıyla kaynaşır. Onların kıymet hükümlerini paylaşır, dertlerine ortak olur, çareler bulmaya gayret gösterir. Neticede, Mollaşemdin halkından büyük bir hürmet ve muhabbet görür.
Ahmed Arvasî anlatıyor: Nihâyet bir gün, Âbid Ağa bana şöyle hitap etti ve ben adeta donakaldım: “Muallim Bey! Sen sâhiden muallimsin, müellim değilsin! Biz, ne öğretmenler gördük! Dinimizi ve töremizi hor gören ve bizlere tepeden bakan bu adamlara elbette “Muallim” diyemezdik. Onlara bilhassa ve kasden “Müellim” derdik. Biliyorsun, “muallim”; “ilim öğreten” demektir. “Müellim” ise, “acı çektiren”, “elem veren” mânâsına gelir. Kusura bakma, sen köyümüze gelince, gâliba bir “müellim” daha geldi diye düşünmüştüm. Allah’a hamdolsun ki, yanılmışım. Çünkü sen, müellim değil, gerçekten muallim imişsin!..
Şaşırmıştım! Nihayet şöyle konuşabildim: “Hayret, demek sen, bana ‘Müellim Bey’ derken, bu derece şuurlu hareket ediyordun! Oysa ben, Âbid Ağa ‘muallim’ kelimesini yanlış telâffuz ediyor sanmıştım.”
Âbid Ağa gülerek sözümü kesti ve şöyle konuştu: “Aldırma be Muallim Bey! Biz câhil insanlarız, bizim kusurumuza bakılmaz!”