Kader planında zaten var olan şeylerin, yeri geldikçe, kaderî miktarınca ve kaldıracağımız kadarıyla zuhura çıkmasına kanaat edelim ve bekleyelim!
Fazla kafa yormak fuzulîliktir. Hele hele zuhura çıkması muhakkak olan şeyleri, beşerî tedbirlerle örtbas etmeye çalışmak; aldanmak ve aldatmaktan başka bir şey değildir.
Türkiye’de, dine hizmet iddiasıyla, dinî argûmanları kullanarak, bugünün siyasetinde aktif rol alanların, İslâmî kimlikleriyle siyasete dalanların hallerinin ne olacağı hususunda, geçmişte yaşanmış ve şimdilerde yaşanmakta olan hadiselere bakarak fikir yürütmek hiç de zor değildir.
Bediüzzaman diyor ki: “Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kàfile-i beşer düşe kalka gidiyor.” 1
Evet, bu âhirzamanda Bediüzzaman Hazretleri de bir yol açtı, bir yol gösterdi. En başta kendisi o yola girdi, o yolda yürüdü. Öyleyse biz, Ahirzaman Müceddidi’nin gösterdiği yolu nazara verelim yeter.
“Divan-ı harbler, mahkemeler, ihtilâller, inkılâplar, onun için kurulan îdam sehpaları, sürgünler, onu yolundan çeviremedi.” 2
Şimdi bizim yüzümüzü bu yoldan çevirmeye, dünyaya ve siyasete döndürmeye çalışanlar var. Hem de ehl-i din marifetiyle, onların aracılığıyla!. Hem de, gittikleri yolun “çıkmaz sokak” olduğu defaetle anlaşıldığı halde...
Bizim siyaset arenasındaki doğru yolumuz bellidir. Bunun için Lâhika mektuplarını, Hutbe-i Şamiye’yi, Münâzarât’ı, Sünûhat’ı ve daha Külliyat’ın her tarafına serpilmiş izahları, ayrıca Üstâd’ın hayatındaki tatbikatını görmek, okumak ve hayata geçirmekle mükellefiz.
Bir kul için, doğru ve müstakim yolda yürümek, o kadar önemlidir, o kadar kulluğun gereğidir ki, Rabbimizin emriyle, beş vakit namazda bunu O’ndan talep ediyor, sırat-ı müstakime hidayetimizi niyaz ediyoruz.
İstikametimizi her an kaybetmekle, dosdoğru yolumuzda giderken ayağımızın kayması tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz bir dünyada yol aldığımız için, kulluğumuza bürünerek bu duâmızı sürekli tekrarlıyoruz.
Hakikat, istikamet, takva ve amel-i salih alanından ayakları her an kaydırmaya en müsait ve en netameli alan da siyaset alanıdır.
Sadece Bediüzzaman’ın şu tesbitlerine bakmak bile bunun için yeterlidir:
“Selef-i Salihinden başka, siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebei hükmüne geçer. Hakikî dindar ise, ‘Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir’ diye, siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate alet etmeye-eğer mümkünse-çalışabilir. Yoksa, baki elmasları kırılacak adi şişelere alet yapar.”
Bâki elmasların (din ve hakikat düsturlarının), kırılacak adi şişelere (makama ve servete) nasıl alet edilmeye çalışıldığını bugün ibretle izliyoruz.
Ve sonra ezberimizdeki şu duâ dilimize geliyor:
“Allah kimseyi şaşırtmasın, şaşırtırsa süründürmesin, süründürürse çektirmesin, çektirirse rezil etmesin, rezil ederse perişan etmesin, perişan ederse sersem, âvâre etmesin.”
Dipnotlar:
1- Mektûbat, On Üçüncü Mektup. 2- Tarihçe-i Hayat, Osman Yüksel Serdengeçti.