Okulumuz şehir merkezinden 10 km uzakta, sessiz sakin bir yerde.
Yurdu, yemekhanesi, bahçesi ve spor alanlarıyla öğrencilerin tercih ettikleri bir okuldur. İlçelerdeki ve köylerdeki yüksek puanlı öğrenciler okulumuzu genellikle öğrenci yurdu olduğu için tercih etmekteydi. Bu yıl 9. öğrencilerimiz, henüz çocukluk havasını üzerilerinden atamamış gibi görünüyorlardı. Okula uyum sağlayamayan öğrencilere yaptığımız uyarılar ve ferdî görüşmeler onların okula uyum sağlamalarına yardımcı oluyordu. Okulun açıldığı ilk gün öğrenciler, lisedeki derslerin ortaokul derslerine göre daha ağır olduğunu anladı. Öğretmenlerin önemsediği sabah ve akşam etütleri öğrencilerin derslere ısınmalarını sağlıyordu. Bir ay sonra 9. sınıf öğrencileri nihayet liseli öğrenciler gibi davranmaya başlamışlardı. Öğrenciler okul kurallarına uyar duruma gelmişti. Arkadaşlarından birkaç yaş büyük Mehmet Can dışında bütün öğrenciler normale dönmüştü. Mehmet Can yurda saatinde gelmez, derslere ise öğretmenlerden sonra girerdi. Öğretmenler derslere geç gelmeyi alışkanlık haline getiren Mehmet Can’ın durumunu okul idaresine bildirdiler. Öğretmenler, Mehmet Can’ın okuldaki çalışma düzenini bozduğunu, derslerde öğretmenlere karşı dik başlı davrandığını defalarca okul idaresine söyledi. Mehmet Can, aykırı davranışlarından dolayı kısa sürede okulda tanınan biri olmuştu. Mehmet Can’la ilgili şikâyet dosyası gün geçtikçe kabarmıştı. Okul müdürü olarak öğretmenlerinin yoğun şikâyeti üzerine Mehmet Can’la özellikle ilgileneceğimi söyledim. Mehmet Can’ı teneffüste, sınıfta, yurda giriş-çıkışlarında izlemeye başladım. Mehmet Can’ın davranışlarının iyi olmadığını gördüm. Artık Mehmet Can, benim öncelikli işim olmuştu. Mehmet Can’ın derslere çalışmamasına rağmen, ders notlarının kötü olmaması dikkatimi çekmişti. Mehmet Can, yaşının verdiği güçle kurallara uymak istemiyordu. Ailenin en küçük çocuğuydu. Evde her istediği yapılmış, şımarık bir çocuk olarak büyütülmüştü. İstediği zaman yurda ve derslere gitmek, kafasına göre takılmak istiyordu. Kuralları, disiplinli hayatı kabul etmek istemiyordu. Okuldaki bütün işlerimi bıraktım; Mehmet Can’ın peşine düştüm. Önce odama çağırdım onunla okulun kuralları hakkında konuştum. Ona zamanında derse girmesini ve yurda saatinde gelmesini söyledim. Bana bir daha geç kalmayacağına dair söz vermesine rağmen bildiğinden şaşmadı. Mehmet Can, artık her geç kaldığında karşısında beni buluyordu. Birkaç gün sonra Mehmet Can babasıyla odama geldi.
Babası suratı asık sinirli bir ses tonuyla:
“Öğrencimi bu okuldan almak istiyorum!” dedi.
Şaşırmıştım, veliye öğrencisini imkânları ve eğitimi iyi olan bu okuldan niye almak istediğini sordum. Babası bir an durdu.
Sinirlerine hâkim olmak isteyen biri gibi kısık bir sesle: “Müdür Bey! Öğrencim sizden memnun değil. Okulda ona nefes dahi aldırmadığınızdan bunaldığını söylüyor. Bundan dolayı çocuğumu ilçemizdeki liseye alacağım. Mehmet Can, günlerdir bizi telefonla arayarak ben bu okulda okumak istemiyorum, beni bu okuldan alın, diyor. Eğer beni bu okulda kalmaya zorlarsanız, okulu bırakıp bu memleketten kaçacağım!” diyor, Müdür Bey. Siz söyleyin, ben ne yapabilirim ki?” dedi.
Babasının zor durumda olduğunu anlamıştım.
Mehmet Can’a döndüm gülümseyerek: “İzninle babanla başbaşa biraz konuşmak istiyorum. Sen kantinde bir çay iç.” dedim. Mehmet Can, dışarı çıktı. Babasına Mehmet Can’ın okulda kurallara uymadan keyfi davranmak istediğini, başına buyruk biri olduğunu söyledim. “Bu okulda 500 öğrenci var. Her öğrenci kafasına göre davranırsa okul okul olmaktan çıkar.” dedim. “Siz çocuğun kaydını okuldan alırsanız sokaklar bu çocuğu sana bir daha vermez. Başınız belâdan kurtulmaz.” dedim. Babası benimle Mehmet Can’ın arasında kalmıştı. Söyleyecek kelime bulamıyordu. Susmuş çaresizce söylediklerimi dinliyordu.
Babasına: “Peki, bu çocuk gece saat ikide eve gelirse sen kabul eder misin? Senin evinde bir kuralın yok mu?” diye sordum. “Bu çocuk sizin sevgi ve şefkatinizi kötüye kullanıyor. Hiç zahmet çekmeden bir yerlere varmak istiyor. Hayatın hiç de istediğimiz gibi olmadığını biliyorsun.” dedim.
Babası Mehmet Can’ı okulumuzdan alma kararlılığı içinde gelmişti.
Babasına: “Bana inanmanı istiyorum. Ben bu çocuğu çok iyi tanıyorum ve onu çok seviyorum. Mehmet Can, becerikli ve yetenekli bir gençtir. Onun zeki ve yetenekli biri olduğunu gördüğümden onu kaybetmek istemiyorum. Mehmet Can, sıradan bir öğrencinin yarısı kadar dahi ders çalışırsa çoğu öğrenciden daha iyi notlar alacağına inanıyorum. Çok iyi biliyorum ki Mehmet Can, bu okuldan giderse başka okulda okuyamaz. Onu kimse anlayamaz.” dedim.
Mehmet Can’ın babası bana teşekkür ederek okuldan ayrıldı. Mehmet Can’ın bütün girişimlerine rağmen başka bir okula naklini göndermedim. Mehmet Can, bir hafta süreyle okula gelmedi. Bir sonraki hafta sınıf arkadaşlarının ısrarı üzerine okula geri dönmüştü. Mehmet Can’ı uzaktan izledim. Kısa zaman içinde yatakhaneye ve derslerine vaktinde gelmeye başlamıştı. Bir öğle sonrası onu odama çağırtıp onunla çay içtik. Halini hatırını sorduğumda bir sorununun olmadığını söyledi. Daha sonraki günlerde öğrenciler arası voleybol maçları düzenlemeye başladık. Ardından masa tenisi, futbol derken Mehmet Can’ın artık yurda ve derslere geç geldiği görülmedi. Artık Mehmet Can, okulun takım ruhuna göre hareket ediyordu. Az çalışıyordu, ama ders notları iyiydi. Sonunda mezun oldu. Üniversite sınavında okul öncesi bölümünü kazandı. Az ders çalışarak üniversiteyi tamamladı.
Geçenlerde yol üstünde onunla karşılaştığımda mahcup bir gülümsemeyle bana:
“Müdürüm, iyi ki o gün ailemin yaşadığı ilçedeki okula gitmeme izin vermemişsiniz. Yaptığınız iyiliği yeni anlıyorum.” dedi.
Öğretmenlerin yaptıkları hizmetler hiçbir zaman erken meyve vermemiştir. Öğretmenin ürününü görebilmesi için bazen bir ömür beklemesi gerekiyor…