Her şeyin maddede aranması ile hız kazanan ve yalnız deneylerle ispat edilebilenin bilim kabul edildiği fikriyatı, 19. yy ile birlikte kendini bütün dünyada hissettirmiştir.
Bu görüşü ortaya atanlar “Kâinattaki hadiseler ilim ışığında değerlendirilmeli ve tarafsız olunmalı” ifadeleri ile, esasında bir yaratıcıyı reddederek kâinattaki hadiseleri izah etmeye çalışmışlardır. Bu durumu bir noktada bilginin dinden koparılması olarak yorumlayabiliriz. Bugün eğitim ve öğretim kurumlarımızda kullanılan format da böyledir. Dolayısıyla bu formatı tahkik etmek zaruridir.
Bu haftaki yazımızda da tabiat ve içerisindeki kanunları, bir noktada bilimi Risale-i Nur perspektifiyle değerlendirmeye çalışacağız.
Konumuza geçmeden önce şeriat kavramına değinerek meseleye açıklık getirelim. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri şeriatı ikiye ayırmaktadır. Bunlardan birincisi Allah’ın kelâm sıfatından gelen ve insanlığın fiillerinin düzeni ile ilgili kuralları ihtiva eden “teşrii şeriat”tır. Bu şeriat peygamberler vasıtasıyla insanlığa getirilmiştir ve bu kurallara uymak beşerin vazifesidir. Bu kısım aynı zamanda bireylerin ve toplumun hayat düzenini sağlar. İkincisi ise Allah’ın irade ve kudret sıfatından gelen “tekvini şeriat”tır. Yani kâinata konulmuş bütün kanunlardır. Bir diğer tabirle âdetullahtır.
Bu mânâda tabiat mezkûr mânevî kanunlardan ibarettir. Bilim ise bu kanunlar üzerine çalışır. Tekvini şeriatta da iki kavram karşımıza çıkar: Biri kavanin, diğeri; kuva.
Kavanin şeriatın birer meselesidir, kanunudur. Kuva ise şeriatın birer hükmüdür, neticesidir. Bir örnek ile açıklayacak olursak: Yer çekimi bir kavanindir. Ağırlığı olan şeylerin düşmesi ise kuvadır. Kâinattaki bütün hadiseler bu tekvini şeriat ile örülüdür.
Dolayısıyla bilimin inceleme alanı Cenâb-ı Hakk’ın koymuş olduğu şeriata bağlı olarak kavanin ve kuvadır. Ancak ortaya sebepler perdesi çekilerek imtihan sırrı konulmuştur. Bu sebeple günümüzde bilimin ilerlediğini iddia edenler haklılardır; ancak bir hususu gözetmek kaydıyla. Eğer bilimin ilerlemesinden kasıt, sebeplerin yaratıcılığına dair verilerin ilerleyişi ise bu bir hatadır. Buna bağlı olarak Türk Dil Kurumu’nun da tanımladığı gibi tabiat, “kendi kuralları çerçevesinde sürekli gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların hepsi” olarak algılanıyorsa bu da ayakları yere basan bir tanımlama değildir.
Eğer gece ve gündüz misali hadiselerin yaratıcılığını sebeplere verirsek; sebepler hem yaratan hem de yaratılan olur. Bu ise en muhal durumlardan birisidir. Hâlbuki tabiat nakkaş değil, bir nakıştır; kudret değil şeriat-ı iradiyedir (Cenâb-ı Hakk’ın iradesi ile oluşan kanunlardır). Bu sebeple ilmin ilerlemesini ancak Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu kanunların anlaşılmasındaki ilerleme olarak yorumlayabiliriz.
Zira sütü yapan inek değildir ve gece gündüzü yapan da dünya ile güneş değildir. Ancak ara vesilelerdir. Meselâ araba yapmak için bir insan çeşitli teknolojik âletler kullanır. Burada diyemez ki arabayı âletler yapmış. Belki demelidir ki; aletler arabanın yapımında kullanılmıştır.
Koyulan kanunlara hayranlıkla bakıp kanun koyucuyu görememeyi ilerlemek olarak yorumlamak eksik bir yorumdur. Zira kanunu bulduktan sonra aslolan kanun koyucuyu bulmaktır.
Öte yandan “her şey her şeye bağlıdır. Bir şey bir şeysiz yapılmaz. Bir şeyi halk eden, her şeyi halk etmiştir. Öyle ise her şeyi yapan; Vahid, Ehad, Ferd, Samed olmak zaruridir.” (Mesnevî-i Nuriye: 211) Meselâ bir ağacı yapmak isteyenin atomlara, toprağa, suya sözünün geçmesi gerekmektedir. Bununla beraber bir dünyaya sahip olunmalı ve Güneş Sistemi’nin içine bağlı kalınmalıdır. Güneş Sistemi’nin de bağlı olduğu sistemi hesaba kattığımız takdirde bu küçük misalden bir şeyin yaratılması için çok şeylerin yaratılması hatta zerrenin yaratılması için kâinatın yaratılması gerektiği muhakkaktır. Birbirinden habersiz sebepleri yahut kanunları yaratıcı tahtına oturtmak günümüzde gülünç bir iddiadan öte geçemez.
Hülâsa, küçücük çekirdeklerden muntazam ağaçların meydana gelmesi, gezegenlerin yörünge içinde hareket etmeleri, bütün canlıların hayat şartlarının ve rızıklarının mükemmelen tanzim ve tedbir edilmesi gibi işlerin hepsi, irade sıfatından gelen şeriatın meseleleri ve hükümleridir. Bilim dediğimiz şey de bu meselelerin ve hükümlerin incelenmesidir.