"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İman ve imkân

Şemseddin ÇAKIR
23 Mayıs 2025, Cuma
Bilindiği gibi imanın çok farklı tanımları vardır. Yani bağlamına göre tanımları değişse de, benim bu bağlamda en kısa tanımım; “İman, imkândır” şeklinde olacaktır.

Yani iman, bütün imkânsızlıkları bertaraf edip mümkün kılmaktır. Diğer bir ifade ile, imkânsızlığı yok etmektir. Çünkü Cenab-ı Hak Alîm-i Külli Şey ve Kadîr-i Külli Şey olunca, bunun istisnası olamaz.

Münkirlere  göre meseleler; mümkün ve muhal diye ikiye ayrılır. Bu ayrım insana nispeten yapılan bir ayrım veya tasniftir.  Allah  (cc) için mevzu bahis olamaz. Yani işin içine iman girince muhal diye bir şey kalmaz. Meselâ:

Peygamberlere iman şerefine nail olan birisi o muhalin nasıl mümkün olduğunu görerek imana gelir zaten. Aynen Fahr-i Cihan Efendimize de, inanabilmek için bazıları, muhalleri mümkün kılmasını söyledi. Efendimiz de (asm) “İsteyin ne istiyorsanız” buyurdu. Onlar da, ”Şu ağaca emret gelsin” dediler. Efendimiz (asm) emredip de ağaç gelince ”Bu yerdendi, bir de gökten, yani daha ulaşılması imkânsız yerden olan ayı ikiye ayır” dediler. Efendimiz (asm) sadece mübarek şehadet parmağı ile işaret etti ve ay da ikiye ayrılınca nasiyesi temiz olanlar orada imana geldi; fakat vicdanı zulümden nasır bağlayanlara bu iman nasip olmadı. Çünkü Cenab-ı Hak “Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez”1 (Âl-i İmran: 86) buyuruyor ki  bu mealde Kur’ân’da birçok ayet-i kerîme vardır.

Evet, aynı zamanda  iman bir imtihan ve bir imtiyazdır. Elmasla kömürü, hakla batılı ve dalâletle hidayeti ayırır. Onun için “Hidayet senden olmazsa dirayet neylesin ya Rab; Arapça bilse ne, Ebu Cehle ayet neylesin ya Rab” denmiştir.

İşte bu gibi sırlardandır ki mü’minler mutlu ve bahtiyar, münkirler mutsuz ve bedbahttırlar. Çünkü iman, imkândır. Onların bu tesellîden nasibi yoktur, hazan ağlar baharlarında. Üstat Bediüzzaman “İman hem nurdur hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir” diye de sınırsızlığını ifade etmiş ve  “İman insanı insan eder. Belki insanı sultan eder” diye maddî ve manevî tereşşuhatlarını da, ifade  etmiştir.

İnsan genetiği ile ilgilenen biyolog ve teolog bilimciler; insanda, bir de inanç geninin olduğunu tesbit etmişler ve ancak bunun şartlar oluşunca aktif olabileceğini de tesbit emişler.  O halde bu demek oluyor ki, insanlara bu meselelerde yeterli bilginin kazandırılması, eğitim ve tebliğin yapılması  gerekmektedir. İlk emrin ”oku” olmasının hikmetlerinden biri de, bu olması makuldür. Hatta Efendimiz (asm) sanki o geni de, ifade edercesine “Her doğan İslâm fıtratında doğar fakat, çevresi Yahudî ise Yahudî, Hıristiyansa Hıristiyan, İslâmsa İslâm yapmış olur”2 

Şimdi buradan anlaşılması gereken; İslâmî eğitimin zaruretidir. Onun için Hz. Bediüzzaman; “Ben bütün mesaimi imana teksif etmiş bulunuyorum” diyor. 

Buna delil olsun diye Almanyadan bir hatıramı nakletmek istiyorum. Yaklaşık bir ay önce Almanya’da idim ve bir müddet kaldım. Türk olduğu halde orda yetişmiş Alman literatürüne vakıf,  akademisyen bir arkadaş, birkaç akşam misafirim oldu ve şöyle bir hatırasını nakletti. “Benim Alman bayan bir komşum vardı. Devamlı papazlara gidip:  ‘Bana öldükten sonra dirilmenin  isbatını yapın,  yoksa bu dinin hiç bir mantığı kalmaz’ diye sıkıştırıyormuş. Fakat, bir türlü sonuç  alamamış. Ona beni de tanıyan bir komşusu, ‘Benim Nursî’ci bir tanıdığım var, senin sorunu ancak o cevaplandırır’ diye  bana yönlendirmiş. Bir gün o bayan bana geldi ve durumu anlattı. Ben de ona Üstadın Haşir Risalesini verdim gitti. Bir hafta okuyup ondan sonra papazlara gidip ‘Ben o sorunun cevabını Nursî’de buldum ve şimdiye kadar dirilmenin imkânsızlığını düşünüyordum. Şimdi bilakis dirilmemenin imkânsızlığını iddia ediyorum. İtikadınızı Nursî’ye göre düzeltin’ anlamında birşeyler söylemiş ve benden bahsetmiş. Papazlar da, bu durumdan çok memnun oldukları için bana okkalı bir hediye göndermişlerdi” dedi ve ondan sonra Haşir Risalesini devamlı yanında taşıdığını söyledi. 

Demek ki bu kadın, Haşir Risalesini okuyunca ancak inancının medlül ve muhtevasını bulabilmiştir. O halde bizim, bu durumda  boşa geçirecek vaktimiz var mıdır? İdraklerinize havale ediyorum.    

M. Akif’te “İmandır o cevher-i İlâhî ne büyüktür, imansız olan paslı yürek sinede yüktür” diye boşa söylememiştir. Evet Üstadın ifadesiyle gelin o paslı yüreklere saykal vuralım. Evet demek iman, hem saadet, hem mutluluk ve hem de sınırsız bir umutluluktur. Bunun için de, “Ümit cihandan da, büyük, zevk ise mahdut, her saati ömrün elem efsa elem efsud” denildiğine göre bu elemler imandan başka ne ile izale edilecek?

Evet işte onun içindir ki, imanlı insan zindanlarda dahi, olsa saraydadır, İmam-ı Azam ve Bediüzzaman gibi... Kâfir ve zalimler saraylarda dahi olsa zindandadır. Bu iki zatın muarızlarının hâl-i pürmelalleri gibi.   

O halde “Vel akibetü lil müttakîn”e talip olanlar beri gelsin,  vesselâm.

Dipnotlar:

1- Âl-i İmran: 86.

2- Sahih-i Buhari, Muslim, Tirmizî

Okunma Sayısı: 294
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı