"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman’a göre mutlakiyet ve Cumhuriyet

Süleyman KÖSMENE
23 Mayıs 2025, Cuma
N. Yılmaz: “Mutlakiyet, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi terimlerini Bediüzzaman’ın görüşleri ışığında açıklar mısınız?”

Kur’ân’da İstişare

Mutlakiyet, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi birer yönetim biçiminin adıdır. 

Mutlakiyet: Bir kişinin sınırsız yetkilerle donatılmış olarak, tek başına devleti yönetme şeklidir. Her türlü istibdada, baskıya, kişisel suistimallere açık bir yönetim biçimidir. 

İslâmiyet, bir kişinin mutlak biçimde görüş ve kanaatlerinin hâkim olduğu bir yönetim biçimini benimsemez. Çünkü kişiler hatadan ve kusurdan hâli olamazlar. Peygamberler müstesna hiç kimse mükemmel değildir. Peygamberler de istişare yolunu bizzat fiilleriyle göstermişlerdir. 

Peygamber Efendimiz (asm) Ashabının görüşüne önem verir, Ashabıyla istişare eder ve istişareyi bir sünnet olarak bilfiil gösterirdi. Kur’ân da istişareyi emretmiştir: “İşlerde onlarla istişare et.”1 buyuran Kur’ân, Şûrâ’yı isim olarak alan bir diğer surenin bir ayetinde ise istişareyi teşvik etmiştir: “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.”2   

Anayasalı Sistem

Öyleyse çok çetrefilli dünya işlerini ve problemlerini çözmenin, muhtelif uzmanlar ve tecrübeler gerektirdiği devlet yönetiminde tek kişinin görüşlerinin çok kişinin görüşlerine nispetle isabetten yoksun olacağı açıktır. Osmanlı Devleti şekil olarak mutlakiyet idiyse de, daha başta Şeyhülislâmlık makamı ihdas edilmiş ve altı yüz yıl boyunca padişahlar bu makamdan fetva ve görüş almadan herhangi bir konuda karar vermemişlerdir. Ayrıca önemli devlet işlerini de divan toplayarak, divanın kararlarıyla yürütmüşlerdir.   

Meşrutiyet, kelime olarak, anayasalı sistem demektir. Bu sistemde meclis atama ile değil, seçimle belirlenir, yönetim seçimle kurulur ve anayasa yapma ve yasama yetkisini meclis elinde bulundurur. İstişare esasına dayandığından mutlakiyete nispetle Kur’ân’ın tasvip ettiği bir sistemdir. Bu nedenle Bediüzzaman Hazretleri Osmanlı döneminde meşrutiyeti, “meşrutiyet-i meşrua” unvanı ile savunmuştur. Meşrutiyet-i meşrua, halkın hür iradesi ile oluşan, hile ve dolaplarla kurulmuş olmayan, meşru meclise dayalı yönetim biçimidir.       

Cumhuriyet’e Gelince

Cumhur kelime olarak, halk demektir. Cumhuriyet ise, milletin egemen olduğu yönetim biçimidir. Seçimle kurulan, gücünü milletten alan, adalet ve hukukun üstünlüğünü, temel hak ve hürriyetleri sağlamayı esas alan idare şeklidir. Bu aynı tanımı demokrasi için de yapmak mümkündür. Tek fark kelime menşelerindedir. 

Yani Arapça kökenli olan ve yukarıda tanımını verdiğimiz Cumhuriyet kelimesi, Yunanca kökenli olan “Demokrasi” kelimesi ile aynı anlamdadır. 

Bu tanımlama ile olmak şartıyla cumhuriyet sistemi veya demokratik parlementer sistem Kur’ân’ın tasvip ettiği bir sistemdir ve bu nedenle Bediüzzaman Hazretleri sistemi savunmuştur. 

Ancak asrımızda her yönetim biçiminin kendisini halktan gösterme çabası ile adına Cumhuriyet demesi bir moda haline gelmiş ve Cumhuriyet kelimesi anlam kayması yaşayarak her türlü baskıcı rejimlere ad olmuştur. Elbette biz bunu kastetmiyoruz ve tasvip etmiyoruz.

Bediüzzaman kendisinin “dindar bir Cumhuriyetçi” olduğunu Eskişehir Mahkemesinde ifade etmiş; “Hulefa-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler."3 diyerek, sistem olarak Cumhuriyet’i “manasız isim ve resimden ibaret olmamak” kaydıyla savunmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri Cumhuriyet adı altında istibdatlara, keyfiliklere ve dinsizliklere hayatı boyunca sürekli biçimde şahit olduğundan, mevcut uygulamayı Denizli Mahkemesinde eleştirerek, mahkeme reislerine, “ Sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.”4 demiştir.  

Dipnotlar:      

1- Âl-i İmran Suresi: 159.; 2- Şûrâ Suresi: 38.

3- Şualar, s. 317.; 4- Age., s. 256.

Okunma Sayısı: 306
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı