Asrın ilk çeyreğinde mevsim baharı müjdelerken, Barla müstesna bir misafirini karşılıyordu.
Adımını attığı yere rahmet tanecikleri gibi bolluk, bereket, nur ve huzur götüren Bediüzzaman, cemrelerle gelmişti. O gün insanlar anlamasa da Barla’da her şeyde bir sevinç, sürur, iştiyak ve istiğrak vardı. Barla’nın dağları, bağları, bahçeleri, çiçekleri Nur risalelerindeki tariflerle, temsillerle, tabirlerle akılları, kalpleri, hayalleri, hatıraları, hafızaları süsleyecekti.
Kâinatın yaratılış sırları, bütün mahlûkatın temsil ettiği manalar ve yaratan Rabbimizin isimlerinin tecelli ettiği sanatlar, tezahür ettiği güzellikler, tarif ettiği tevhid delilleri Barla’da anlatılacaktı. Kur’an hakikatleriyle iman derslerini yazılması, okunması, anlatılması ve neşri o kutlu beldeye, mübarek topraklara nasip olacaktı.
Asrın idrakine hitap eden ulvi Kur’an tefsirleri kısa zamanda nur postacılarının omuzunda Anadolu’nun en ücra bereketli topraklarına, masum ve müştak insanların idrakine elden ele, dilden dile ulaşacağını kimse tahmin etmezdi.
Kısa zamanda ceberrut devrinin kalplere vurmaya çalıştığı inkârcı zulmet kelepçeleri Nur’un elmas kılıçlarıyla bertaraf edilecekti. “Bunaldı milletin âfâkı; bir sabah ister” der gibi, insanlık zamanın tahripkâr şerlerinden Kur’an aydınlığını, nuru, huzuru, süruru ümitle bekliyordu…
Baharda coşkusuyla çiçek mevsiminde bütün mahlûkat haşrin numuneleriyle yeniden dirilişi o sene farklı tecelli edecekti. Her şey mana-i harfiyle Cenab-ı Hakkın eseri, sanatı olarak nazarlara, kalplere, gönüllere sunulacaktı. İman hakikatleriyle inkâr, ülfet ve cehaletin karanlık perdeleri yırtılacak; mevcudat ve mahlûkatın asıl vazifeleri anlatılacaktı. İman, ilim ve tefekkürle her şeyin Hakka bakan güzel yüzü fark edilecekti.
Bediüzzaman’ı tanıyan hüşyar gönüller, bir, iki, beş… Kur’an ışığı etrafında pervane oldular… Talebe, kardeş, dostlar halkası daireler halinde toplandı, arttı, inkişaf etti. Barla’nın dağları, bağ ve bahçeleri “Yaz kardeşim…” hitabına aşina olmaya başladı. O sesin arkasında gönül dünyasından sünuhatla akıp gelen kelimeler, Kur’an hazinesinin i’caz-ı manevisini tarif eden iman hüccetleri, tevhit delilleri, tahkiki iman semereleriydi.
Kısa zamanda bir diriliş destanı, imanla uyanış müjdesiyle Barla’nın her taşında, taşında toprağındaki ağaçlar, çiçekler, kuşlar, böcekler… her yer ve her şey Risale-i Nur mizanlarında konu oldu, misallerinde yer alıp akıllara, kalplere, fikirlere, hayallere ulaştı, gönüllerde dolaştı.
Eli kalem tutan kâtipler, erkânlar, saff-ı evveller, ümmi ihtiyarlar, kadınlar, masum çocuklar destansı bir seferberlik hareketi Barla sınırlarını aşmış, Isparta Kahramanlarıyla karış karış Anadolu’yu dolaşmıştı. Binlerce Nur Risaleleri zulmet devrini yıkmış, müştak gönülleri aydınlatmıştı.
İstibdat baskıları, zulüm korkuları, karakol sorguları, hapis musibetleri nurun meşalesini söndürememişti. “Bir şem’a ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez!” yarasalar ne kadar üfleseler de; Allah’ın izni, iradesi ve inayeti ile İslam inkâra, iman küfre, galip gelmişti… Bediüzzaman Şanlıurfa’ya son yolculuğunda, talebelerine, müteaddit defa: “Küfrün beli kırılmıştır.” hakikatini ifade etmiştir.