Bu geçici dünya hayatında yaşamış bir Mustafa Doğu ağabeyimiz vardı ki, fani dünyadan ebedî aleme intikal etti. Onu anlatmaya kelimeler kifayet etmez.
Mustafa ağabeyimizin biraz “Almancılığı” da vardı. İşte bizim de yollarımızın kesiştiği nokta tam da burası olmuştu. Almanya’ya Erken gidip, erken dönenlerdendi.
1980’li yıllar, Mustafa ağabeyin gurbet, yani Almanya yıllarıydı. Ben de işim gereği bir müddet, Almanya’nın Bremen şehrinde çalışıyordum. Kader, onunla beni gurbet ellerde buluşturdu. Ortak yönlerimizden biri de; o da çocuklarını benim gibi Türkiye’ye göndermişti. Gurbette ikimiz de yalnız kalmıştık. Hafta sonları oldu mu işimi bitirir, hemen Mustafa ağabeyin kalmış olduğu yere giderdim. Mustafa ağabey dershanede kalır, oranın tüm hizmetleri ile ilgilenirdi. Onun oradaki ihlaslı davranışlarından, derslerinden, müspet hareketinden çok feyiz alırdım. Bu zaman zarfında kendisi ile birçok anı biriktirdik. Yanına her gittiğim zaman mutlaka çorba ikram ederdi, aç olmadığımı söylememe rağmen; zaten ancak kendisine yetecek kadar olurdu. Ama onun gönlü o kadar boldu ki: “Kardeşim olsun sen bakma çorbanın az olduğuna biraz sulandırırız, ikimize de yeter” derdi. Bu aramızda önemli bir hatıra olarak kaldı.
1985 civarında Türkiye’ye kesin dönüş kararı aldı ve Ankara’da Etlik semtine yerleşti. Burada da komşu olmuştuk. Benim her izne geldiğim zaman görüşürdük. Esnaflık yılları ve emeklilik derken artık kendisini Etlik hizmetlerine vermişti, ta ki eşinin hastalığı münasebetiyle zamanının büyük kısmını evinde geçirene kadar. Evine gider sohbetler ederdik; anılarımızı paylaşır, ayrılırken de hayatını adadığı hizmetten yine geri kalmaz, “Kardeşim, ben gidemiyorum ama oranın elektriği, suyu, iaşesi için şu parayı al; benim de katkım olsun” derdi.
O, bu dünya için değil bütün ömrünü ahireti için yaşıyordu. Bir ihlas abidesiydi. Hiç kimseyle gıybet yapmaz, herkesle dosttu. Bunu ölümünde de hepimize göstermiş oldu. Herkes kabrinin başında dua ediyordu, ahiret yolculuğunda bile bizlere ders veriyordu. Mustafa ağabeyimizin kerimeleri olmuştu, oğlu olmadı ama Rabbim ona Alişen, Fahrettin kardeşlerimiz gibi birbirinden kıymetli damatlar nasip etti. Hizmetlerinde, saygılarında, hürmette kusur etmediler. Allah onlardan razı olsun.
İyi bir Yeni Asya okuyucusuydu, zaman içinde hiçbir rüzgârdan etkilenmedi. Davası iman davasıydı; vazifesi sahabe mesleği idi, öyle yaşadı ve Hakk’ın rahmetine kavuştu. Son zamanlarında: “Gözlerim görmüyor, Kur’an-ı Kerim ve Risale-i Nur okumakta zorlanıyorum” diye çok üzülürdü.
Bütün bu yaptığın iyiliklerinin, hizmetlerinin karşılığını inşallah ahirette alırsın Mustafa Ağabey. Biz senden razıydık, Rabbim de senden razı olsun. Çok sevdiğin Peygamber Efendimize (S.A.V) ve Üstad’a komşu eylesin inşallah.