Sonsuz acz ve fakr ile bezenmiş, mevcudatın en üstün varlığı olan beşerin Yaratıcı ile rabıtası kulluktur.
Sonsuzluk ihtiva eden ve devamlı olması gereken kulluk vazifesinin ihmal edilmesi durumunda hayat anlamını yitirir ve acı veren bir hâle bürünür.
Hayatın tamamen dünyevî meşgalelerden ibaret olmadığını ve insan faaliyetlerinin bu eksende dönmediğini idrak ettiren, farkındalıkla ortaya çıkan beşerin kulluk vazifesi, hayatın hakikatli bir neticesi olarak hayatımızın merkezinde yerini alır.
Böylelikle zaman ve mekânın önemi olmadan, beşer her zaman Allah’a bağlanmak ister, O’nu (cc) razı etme kaygısı içinde yaşar. Hisleri O’nu (cc) razı edecek şeylerle dolup taşar ve O’nu (cc) hoşnut etmek üzerine kurulu bir hayatın içinde bulunur. Vücuduna konulan duygular ile Allah’ın nimetlerini tadar ve çok şükreder. Fıtratına konulan cihazlarla Allah’ın isimlerini tanır. Bir sergi yeri olan dünyada Allah’ın isimlerinin güzel yansımalarını bilerek ve hayatı ile sergileyerek, açığa vurarak yaşar. Hal ve hareketleri ve sözleri Allah’ın hâkimiyeti altına girdiğini, O’nun (cc) kulu olduğunu ilan ederek, Allah’ın isimlerinin kendisine yansımasından gelen manevî duygular ile süslenip bu duyguları yaşar. Her şeyi yoktan var eden, her şeyi sanatlı olarak yaratan ve hayat veren Allah’a kulluğun sunulmasını bilerek gözlem yapar, tefekkür ile bakıp şehadet ile gösterir. Âlemdeki mevcudatın her birinin kendine has bir dil ile Hâlık’ının vahdaniyetine ve Sâni’in rububiyetine dair manevî sözlerini anlayıp, kavrar ve sonsuz acz ve fakr ile nihayetsiz kudret ve İlâhî zenginliğin derecelerini anlar.
Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi: “Hayatınızın makinesinde derc edilen şu nazik letâif ve mâneviyat ve şu hassas âzâ ve âlât ve şu muntazam cevarih ve cihazat ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede nefs-i rezilenin, hevesât-ı süfliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ! Belki, vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gaye-i idhali, iki esastır:
“Biri: Cenâb-ı Mün’im-i Hakikînin bütün nimetlerinin herbir çeşitlerini size ihsas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip şükür ve ibadetini etmelisiniz.
“İkincisi: Âleme tecellî eden esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin bütün tecelliyâtının aksamını, birer birer, size o cihazat vasıtasıyla bildirip tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak iman getirmelisiniz.
“İşte, bu iki esas üzerine kemâlât-ı insaniye neşvünemâ bulur. Bununla insan, insan olur.”
Kısaca gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu her şeyin bir amaca bağlı olmasıyla birlikte yaşadığımız hayatın merkezinde bir gaye olduğunu ve bu gayenin hiç son bulmadığını anlar, dünyanın nefes kesen havası içinde boğulmadan, nerede olduğumuz fark etmeksizin, her zaman kulluk vazifesi bilinciyle yaşayarak, sonsuz mutluluk kaynağımız olan vazifemizi yerine getirerek amacımızı gerçekleştirmiş oluruz.
(Genç Yorum, Mayıs 2023 sayısından alınmıştır.)