AKP’nin 20 senede yaptığı tahribat tavan yapınca “bu kadarı da olmaz” deyip hemen bütün partiler demokraside buluştular.
Denilebilir ki, AKP’nin memlekete yaptığı en büyük iyilik (şerrinden kurtulmak için) partilerin aldığı vaziyettir. Ülkücü, milli görüş ve solcular.
Bunların en başında da CHP ve genel başkanı Kılıçdaroğlu geliyor.
Bir asırdır siyaset sahnesinde olan ve kökü İttihad ve Terakki’ye dayanan Halk Partisi, milletin değerlerine tepeden bakmış, milleti devlete küstürmüştü.
Düne kadar hep o kurucu iradenin tesirinde, apoletli siyaset yapmıştı. 12 Eylül ile birlikte parti içindeki güç, kısmen başka yönlere transfer olmuş, gelen liderler demokrasi demişse de parti içi dengelerden dolayı bir türlü “o iradeden” kurtulamamıştı… Ta ki 22 Mayıs 2010’ta genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu seçilene kadar…
Kılıçdaroğlu, öyle bir dönemde başkanlık yaptı ki, 17/25,15 Temmuz, 16 Nisan gibi siyasette taşların yerinden oynadığı Türkiye’nin kaderini değiştiren yıllardı.
Kılıçdaroğlu, bir yandan partiyi milletle küstüren ulusalcı ve aristokratları temizlerken, diğer yandan muhalefeti de toparladı. Ama asıl önemli olan partisinin dizginini antidemokratik rejimden kurtarma çabasıdır.
Kendi ifadesiyle “partiyi derleyip toparlamak kolay olmadı.”
Bir yandan parti içi diğer yandan da mazisinde ne kadar menfîlik varsa tersi politikalar geliştirmeye başladı.
Memleketin içinde bulunduğu zulme ve adaletsizliğe direnişi,
özellikle, o yaşında, Ankara’dan İstanbul’a 450 km adalet yürüyüşünü gerçekleştirmesi, birçok şeyi de beraberinde getirdi.
Ayrıca, partisinin senelerce mani olduğu Risale-i Nurlara, AKP’nin getirdiği bandrol yasağını AYM’ye götürerek serbest kalmasını sağladı ki, CHP için bir devrim niteliğinde idi.
Altılı Masanın kurulmasında (5 sağ partiye) öncülük etmesi, İmamoğlu gibi demokrat kökenli birini İBB’ye başkan yapması, yine parti kurmaylarını demokrat, dine hürmetkârlardan seçmesi, her fırsatta Yeni Asya’ya getirilen ilan yasağını Mecliste dile getirmesi gibi işler yapması sıradan işler değildir.
Ve geçen Salı günü grup toplantısında öyle bir konuşma yaptı ki, CHP için kırmızı çizgi sayılan bir çok mevzuda neredeyse devrim yaptı. Adeta CHP’nin genleriyle oynadı.
70’li yıllarda sağ/sol çatışmasında hemen bütün sol grupların CHP blokunda buluşması, ülkücülerle kanlı/ bıçaklı olması düşünüldüğünde; siyasî cinayet olarak ifade edilen eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in ölümündeki sis perdesinin aralanması için ülkücü camiaya sahip çıkması ilgi çekti.
CHP’nin kurucu iradede asker ve generallerin olduğu ve her darbe öncesi asker parti ilişkisi ve darbeye davetiye çıkaran bir parti görünümünden, muhalefeti eleştiren Erdoğan’ı alkışlayan askere, “Komuta kademesi haddini bilsin, siyaset askerin işi değildir” diye uyarısı tam bir demokratça tavırdı…
Ve en önemlisi de…
CHP’nin geçmişte yaptığı yanlışlara sahip çıkmayarak hatta özür ve helallik dileyerek; “Biz değiştik, biz halkın partisiyiz, biz hangi yanlışları terk ettiysek artık Saray tam odur. Statükocu, anti reformcu, anti özgürlükçü Kenan Evren kafasına geldiler” sözü de takdire şayandı.
Şimdi bütün bu gelişmelerden sonra, 20 yıldır CHP discurundan nemalananlara bir çift sözümüz var; “Sahi kim CeHaPe?“