"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir “Mescid-i Dırâr” inşası ya da “hayırhâhımız” gözükenler...

Orhan Ali YILMAZ
17 Temmuz 2021, Cumartesi
Kur’ân-ı Kerim’e konu olacak kadar tâzîm ü i’zâm edilmiş, yani büyük bir “ehemmiyetle” üzerinde durulmuş mesele, şu “Mescid-i Dırâr” kavramı..

Tevbe Sûresi’nin 107-110. âyetlerinin nüzûlüne sebep olacak kadar ehemmiyet verilip, tâzîm, hem de i’zâm edilmiş olan en mühim bir Kur’ânî Mefhûm... 

Hz. Peygamber (asm) meşhur Tebük Seferi hazırlıklarındadır. Kendisine şöylece bir haber, hem de teklif ulaştırılır: Mescid-i Kuba’ya mesafe bakımından uzakta oturan yaşlılar ve de hastalar için hem kolaylık, hem de soğuk ve de yağmurlu kış gecelerinde çevre cemaatin sığınabilmelerini temin maksadıyla, daha yakın bir yerde bir mescid inşa ettiklerini, söz konusu cemaate, vakit namazlarını kıldırması için Hz. Peygamber’i (asm) arzu ettiklerini, ısrarlı dâvetle kendilerini beklediklerini bildirirler. 

Hz. Peygamber ise, durumunun, şimdilik müsait olmadığını, malûm olduğu üzere, Tebük Seferi hazırlıkları üzerinde olduğunu, söz konusu teklifi kabul etmekle beraber, bunun ancak sefer dönüşü mümkün olabileceğini bildirir. 

Tebük Muharebesi’nin bitiminin hemen sonrasında Hz. Peygamber (asm), verdiği söz üzere,  vakit namazlarını kılmak/kıldırmak niyetiyle Medine’ye doğru yola çıkar.

İşte, tam Kuba’ya yaklaştığı sırada, aşağıda tefsirî meâlleri gelecek olan, söz konusu âyetler kendisine vahyedilir. Birinci âyette; bu teşebbüs ve de inşa, çok açık ve de sarîh bir ifade ile “Mescid-i Dırâr” olarak hem tasvir, hem de tesmiye edilir. 

Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ashap’tan iki gözü kara ve de güçlü Sahabi’yi gönderip, söz konusu mescidi yıktırır. 

Olayın arkaplânına baktığımızda ise açıkça şunu görmekteyiz: Medine’nin ileri gelenlerinden birisi olan Ebû Amr denen şahıs, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve bu konuda kendini epey bir geliştirerek, dinî ilimler alanında rüsûh peyda ederek “papaz” konumuna kadar yükselmiştir. 

622 yılında Hz. Peygamber (asm) Medine’ye hicret edip, Medine Sözleşmesi’ni burada tamîm/ilân edince, tıpkı Medineli Yahudiler gibi, bundan son derece rahatsız olmuş ve kendi hâkimiyet, hem de iktidarı noktasında en büyük tehlikeyi, kendince Hz. Peygamber (asm) ve de Müslümanların varlığı olarak görmüştü. Hemen harekete geçip, Mekkeli müşrikler ile anlaşmıştı. 624-625-627 yıllarında yapılan Bedir, Uhud ve de Hendek Savaşları’nda müşrikler tarafında yer alarak savaşlara katılmıştı. Mekke’nin Fethi’nden hemen sonra, önce Taif şehrine, oranın fethinden sonra da Suriye’nin başşehri olan Şam’a kaçmıştı. Oradan Medine’ye, Münafıkların Reisi konumunda olan meşhur Abdullah İbn-i Selûl’e gizlice bir mektup yazarak, Bizans valisi ile görüştüğünü, eğer Kral’ı ikna edebilirse, büyük bir ordu ile Medine’ye hücum edip Muhammed’i ve bütün Müslümanları şehirden çıkarmalarının mümkün olduğunu, ama bunun için de Medine’de bu işlerin, hem de görüşmelerin kolaylıkla, rahatça, hissettirilmeden ve de fark ettirilmeden, kamufle edilerek görüşülebileceği bir yer, bir mekân inşasına olan ihtiyacın elzem olduğunu bildirir. Bunun üzerine, Abdullah İbn-i Selûl öncülüğünde hemen, Kuba Mescidi’ne uzak oturan yaşlılar ve de hastalar bahane edilerek, daha yakın bir yerde alelacele bir mescid inşa edilir. İşte söz konusu birinci âyette, onların, içlerinde gizledikleri bu art ve kötü niyetleri ifşâ edilir; şöyle ki: 

“O kimseler ki, Mü’minler arasında inkâra ve de ayrılığa sebep olacak şekilde, öncesinde, Allah’a ve O’nun Resûlü’ne (asm) savaş açmış kimselerle (Mekkeli Müşrikler ile) görüşmek maksadıyla bir ‘Gözetleme Yeri’ olarak ‘Zararlı Bir Mescid’ inşa ettiler. Ve muhakkak, onlar, şuna yemin ederler/edeceklerdir:  ‘Bizim, bu mescidi yapmakta hiçbir art niyetimiz yoktur; tamamen hâlis ve de iyi niyetle bu mescidi inşa ettik...’ Allah ise, şüphesiz, onların bu sözlerinde, yeminlerinde kesinkes yalancı olduklarına şâhitlik eder...”

Sonraki âyette ise: “(Hz Peygamber’e (asm) hitaben) Asla o mescitte sen namaz kılma! (kıldırma) İçinde, günahlarından arınmayı, temizlenmeyi çokça isteyen bir topluluğun bulunduğu ve Medine’ye geldiğinizde ilk yapılan ve muhakkak ‘Takvâ’ üzerine bina edilmiş, müesses olan, öyle bir mescidde namaz kılman/kıldırman (Kuba Mescidi) sana daha lâyık, hem daha hayırlıdır... Şüphesiz ki, Allah, çokça tövbe edenleri, hem de çokça temizlenenleri sever...”

Bir sonraki âyette ise: “Takva ve Allah Rızası üzerine inşa edilen (Kuba) bu mescid mi, yoksa, uçurumun kenarında bir yamaca kurulmuş ve her an, kişinin, onunla birlikte Cehennem ateşine yuvarlanması muhtemel bir yer (Mescid-i Dırâr) mi daha hayırlıdır?.. Allah, Zâlimler Topluluğu’nu hidayete eriştirmez...” der.

Üstad Hazretleri, konuyla ilgili, İşârâtü’l- İ’câz’ın başında, Kur’ân-ı Kerîm’de Bakara Sûresi’nin başında, kâfirler hakkında neden sadece iki âyet nâzil olduğu, Münafıklar hakkında ise neden o kadar çok, yani tam 12 âyet nâzil olduğu ile ilgili soruya verdiği cevapta: 

“Düşman meçhul olduğu zaman, daha zararlı olur. Kandırıcı olursa, daha habîs olur. Aldatıcı olursa, fesadı daha şedit olur. Dâhilî olursa, zararı daha azîm olur. 

Çünkü dâhilî düşman; kuvveti dağıtıyor, cesareti azaltıyor.. 

Haricî düşman ise bilâkis asabiyeti şiddetlendirir, salabeti arttırır...” der.

Malûm olduğu üzere, Üstad Hazretleri’nin, 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edildiği, İstanbul Hükûmeti başta olmak üzere, herkese korku ve dehşet verildiği o dehşetli hengâmede telif ettiği Hutuvât-ı Sitte adlı, kendisi küçük, fakat misyonu, hem de ehemmiyeti büyük, İngilizler’in “gizli niyet ve de ajandalarını” çok net bir şekilde deşifre eden eseri münasebetiyle “taltif için” Ankara Hükümeti tarafından, bir kaç defa, şifreli telg- raf ile Ankara’ya, meclise, TBMM’ye dâvet edilir. Bu uzun, ısrarlı dâvetlerin neticesinde, 1922 yılının sonuna doğru Ankara’ya gider ve meclis tarafından “Hoşâmedi” töreniyle karşılanır, meclis zabıt/ arşiv kayıtları ile sâbit olduğu üzere.. Fakat, Üstad Hazretleri, meclisin, o tarihte Kuvay-ı Milliye adı altındaki ordumuzun Yunanlılar’a karşı zaferi münasebetiyle, o zafer havasını fırsat bilerek, müthiş bir zındıka cereyanının çok faal bir şekilde Şeâir-i İslâmiye aleyhine çalıştığını fark eder.. Ve hemen, 10 Maddelik bir “Beyannâme” hazırlayıp, mecliste neşreder. Ve söz konusu Beyannâme’nin etkisiyle namaz kılan mebûsların, yani milletvekillerinin sayısında “hatırı sayılır” bir artış meydana gelir.. Ve TBMM’de, mescid olarak kullanılan küçük bir oda, yetersiz kaldığından dolayı, daha büyük ve de geniş bir odaya tahvil olunur.. Ama bu gelişmeler, özellikle birilerinin hoşuna hiç gitmez.. Riyâset Makamı’na çağrılır ve kendisine hitaben: “Hoca! Hoca! Seni, o yüksek fikirlerinden istifade edelim diye, buraya çağırdık.. Sen ise geldin; en evvel namaza dair şeyler yazdın; aramıza ihtilaf verdin...” minvalinde o meşhur anlamlı uyarısı ile karşılaşır. 

Malûm zevâtın, gizli niyet ve de ajandasının varlığını, Hutuvât-ı Sitte adlı eserinde, daha öncesinde görüp, hem tesbit, hem de teşrih etmiş olan Bediüzzaman, bunun üzerine karşılık olarak, malûm, o meşhur mukabelesinde bulunur: “Paşa! Paşa! Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra ise namazdır. Namaz kılmayan hâindir. Hâinin hükmü merdûttur...”

Sonrasında ise, tarziye verilip, Köşk tahsisi, Şeyh Sünûsi yerinde Doğu illerine Vâiz-i Umûmî olma, milletvekilliği gibi, epeyce bir câzip teklifler ile Paşa tarafından gönlü alınmaya çalışılır... 

Ama o ise, bir şeyi, “kesinlikle” fark etmiştir: Aslında, yeni, “modern” bir “Mescid-i Dırâr” inşası, niyet ve de teşebbüsü vardır... Onun için, şiddetle, hem de hiddetle reddeder bu teklifi...

Ankara’dan, biraz umutsuz, belki biraz da hayal kırıklığı içinde, gönlü kırık bir vaziyette ayrılır, Van’a, eski sevgili medresesine, Horhor’a gider, Zernâbâd Suyu başında, eski bir kilise harabesinde inzivaya, yalnızlığa çekilir... 

Ta ki, o meşhur Şeyh Said İsyanı’nın ayak sesleri duyuluncaya kadar...

Okunma Sayısı: 2719
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ozan

    17.7.2021 07:29:11

    Allah razı olsun. İki hakikati çok güzel bağlamışsınız yazınızda Orhan Ali ağabey. MaşaAllah.

  • Oğuz Yiğiter

    17.7.2021 04:21:53

    Orijinal bir bakış açısı ile, onbeş temmuz kutlamaları için hazırlanan ve müslümanları dil-hûn eden serapâ fitne pompalayan geçen haftaki diyanet hutbesine güzel bir cevap olmuş. Demekki neymiş, asıl mescid-i dırar zihniyeti, süfyâniyetin oyun ve tuzaklarına mahkum ve taşeron bir vaziyette, kendinde güç vehmettirilerek milletin birlik ve beraberliğine kasteden planların gönüllü uygulayıcısı olmak. Asıl mescid-i dırar teşebbüsü bu olsa gerek. Makale için, tebrikler, dualar...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı