Yarın, Cumhuriyetin ilânının 99. senesi bitip, 100. senesine giriyoruz. Ama memlekette, maalesef bir asırdır hakikî mânâda bir Cumhuriyet yok!
Evet bu, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin târif ettiği hakikî Cumhuriyet değildi.
Tek parti döneminde tatbik edilen idâre ve rejimin de hakikî Cumhuriyet olmadığını, Üstad o şahane cümleleriyle şöyle anlatıyordu: “İstibdâd-ı mutlaka cumhuriyet nâmı vermekle, irtidâd-ı mutlakı [mutlak dinsizlik] rejim altına almakla, sefâhet-i mutlaka [mutlak ahlâksızlık] medeniyet ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye [keyfine göre, küfrü, zorla tatbik etmek] kanun ismini takmakla hem sizi iğfal [kandırma, aldatma] hem hükümeti işgal hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.”
İnşâallah, hakikî Cumhuriyete vâsıl oluruz. Tabii, kökünde; istibdâd-ı mutlak olan bir idâreden bunu beklemek zor. İşte o zulümlerden biri de, Yeni Asya’nın resmî ilân hakkının, haksızca ve zulmen, bin gündür kesilmesidir.
Hâlbuki, daha resmî ilân kanunun 1. maddesinde: ....”resmî ilânların fikir ve içtihat farkı gözetilmeksizin aranan vasıfları taşıyan ve ödevleri yerine getiren süreli yayınlara dağıtımının sağlanmasıdır....” ifadeleri geçmesine rağmen, Yeni Asya’nın resmi ilân hakkının gasbedilmesi, kabul edilir bir şey değildir.
Hani, bunları yazarken aklıma, bir 28 Şubat’çı vardı, o geldi. Hatırlarsanız; “28 Şubat, bin sene sürecek” demişti. Ne oldu? Zulüm geçti, ama bin sene değil, ömürleri on sene bile sürmedi. İşte onun gibi, Yeni Asya’ya yapılan bu zulüm, bin gündür devam etse de, ilânihâye devam etmez. Bir gün biter, ama bu zulmü yapanlara da, utancı kalır. Çünkü, Yeni Asya’nın gayreti bitmez. Ama saman alevi gibi birden yükselen birden de söner gider. Hem de tarihe, yaptıkları haksızlıkları, zulümleri bırakarak ...