Hep bu geceyi bekledik.
Çünkü, seksen senelik bir hayırlı ömrü içinde barındırıyordu.
Ve nihayet, bu yıl da dünyamızı şereflendirdi.
Bu geceye o kadar muhtaç idik ki...
Gecelerimiz ve gündüzlerimiz o kadar karardı ki, yeryüzünde serbestçe gezemez olmuştuk.
İşine, aşına ve hürriyetine aylarca kısıtlamalar ile karşı karşıya kaldı insanlık.
İşte böyle bir gece de geldi Kadir Gecesi.
Ellerimizi semaya kaldırdık,
“Ya Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl, Ya Rab ruhumuzu cesedimize, kalbimizi nefsimize, aklımızı midemize hâkim kıl”
Ve aynı heyecanımız ve göz yaşlarımızla şöyle niyazda bulunduk:
“Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız!
Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster, bizi makarrı saltanatına celbet.
Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al, bize merhamet et, bize burada tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ile tedip ve tazip etme.
Sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyetini başıboş bırakıp idam etme.”
“lezzeti şükür isteyen kullarından eyle.”
“Ya Rab! Resulü Ekrem Aleyhisselâtü vesselâm bereketi hürmetine bize ihsan ettiğin maddî ve manevî rızkımıza bereket ihsan et! Amin.” dedik.
Dünya insanlarının bazıları, çıyandan vampirden insanlar haline gelmişti.
Cenab-ı Hak insanlığa unutulmayacak bir ders verdi.
Ehl-i imana şefkat veya zecir tokadı vurdu.
Masumların ve mazlûmların hürmetine bu musîbeti üzerimizden defet.
Çok acı çekti insanlık.
Hürriyetimizden olduk,
Maneviyatımızı ihmal ettik.
Her şeyi sebeplere ve tesadüflere bağladık.
“hastalığı yendik” nidalarını işittik.
Halbuki şifa Allah’tandı.
Ekonomiler alt üst oldu.
Canımızın derdine düştük.
Yaşadığımız hayatın kıymetini bilemedik.
Ehl-i imana ise bu bir ihtar oldu.
İnsanlar birbirini boğazlıyordu.
Merhamet ve şefkati rafa kaldırmıştı insanlık.
Sana sığınıyoruz.
Yolumuzu aç, işlerimizi kolaylaştır.
Aklımızı başımıza aldır.
Ramazanımızı, Kadir Gecemizi ve Bayramımızı bayram eyle. Amin...