Çocuk eğitimi, sanki kendiliğinden devam eden, kimsenin planlamasına ve yardımına ihtiyaç duyulmayan bir ahlâk ve eğitim meselesi gibi algılanıyordu.
Bizim çocukluğumuzda ve gençliğimizde durum böyleydi. Ancak baba, hele de dede olunca, bu işin kesin ve katî bir şekilde kendiliğinden olmayacağının ve yapılamayacağının farkına vardık.
Bu farkındalık sadece benim gibi ferdlerde değil, bütün bir milletin zihninde belirginleşmiş durumda. Elden çıkmış, bizim ama bize ait olmayan evlâtlarımız, şimdi dizlerimizi dövdürüyor. Elbette çocuk eğitimindeki bu eksiklik, ahlarla, vahlarla, diz dövmekle giderilmez ve halledilmez.
Çocuk eğitiminde bizleri böylesine menfî bir duruma düşüren sebebin; her koldan yapılan ve icra edilen, çocuklarımız üzerinde yüz yılı aşkın süredir uygulanan “dinsiz çocuk yetiştirme” anlayışı olduğunu bilmemiz, anlamamız ve buna karşı -her ne kadar geç kalmış olsak da- tedbir almamız gerekmektedir.
Bu tedbirlerin başında, çocuklarımızın yoksun bırakıldığı dinî eğitim, mutlaka ve gecikmeden telafi edilmelidir. En ince ayrıntısına kadar ele alınmalı, büyük ve ciddî bir hamleyle uygulamaya konulmalıdır.
Çocuk eğitimi konusunda hiçbir zaman “geç kalındı” denilemez. Israrla ve kararlılıkla harekete geçmek, çocuklarımıza dinî, ahlâkî ve müsbet eğitimler vermeye çalışmak lâzımdır ve elzemdir.
Bu konuda herkes mesuldür ve üzerine düşeni yapmalıdır.
Evde, okulda, sokakta ve nerede olursa olsun, çocuklarımıza Kur’ân, İslâmiyet ve iman konusunda derhal eğitimler vermemiz şarttır. Her türlü işe koştuğumuzdan çok, çocuklarımızın dinî ve ahlâkî terbiyesine koşmalı; bu konuda elimizden gelen her türlü gayreti göstermeliyiz.