Risale-i Nur’larla Kur’ân, iman ve İslâmiyet hizmetlerine dâhil olabilenler; bu kudsî, mânevî ve nurlu dairenin bir parçası hâline gelirler.
Rabbimizin lütuf ve ihsanıyla nasip edilen bu mukaddes daireye girenler, her zaman ihlâs, uhuvvet, dikkat, şevk, aşk ve ümit ile bu dairenin hakkını vermeye çalışmalıdırlar.
Nur’un kudsî hizmeti; fedakârlık, gayret, himmet, çalışmak ve koşmak ister.
Bu mânevî hizmetin dairesinde bulunanlar; daima alçakgönüllü, mütevazı olmalı; hizmette sabırla tahammül göstermeli ve hizmetin âlî kıymeti karşısında baş eğmeyi şeref bilmelidirler.
Elbette ki bu kudsî ve mânevî hizmette; ukalalık, hodfuruşluk, hodperestlik, hodendîşlik, kibir ve gurur asla yer bulamaz, bulmamalıdır da.
Kâinatın Hâlıkı’nı tanıyabilmek, O’nu ve mahlûkatını ancak O’nunla bilebilmek; O’nun huzurunda baş eğip secdeye varmakla, O’nun birliğini ve azametini tasdik ve ilan etmekle mümkündür.
Bu hizmet-i Kur’âniyeye omuz veren hizmetkârlara; haset, kıskançlık ve çekemezlik asla yakışmaz ve yakıştırılamaz.
Cenab-ı Rabbü’l-Âlemîn’in izzet ve azameti hürmetine; bu Kur’ânî ve imanî hizmetleri, hasetten, gururdan, kıskançlıktan ve çekememezlikten arındırılmış kalplerle ifa etmeyi nasip eylesin.
Bu hizmet-i Kur’âniye ve imaniye; nice sadakat, ümit ve aşk erlerinin omuzlarında taşınarak bugünlere gelmiştir.
İnşaallah bu çizgide devam edecek ve nesiller boyu sürecektir.
Niyetini bozmuş, nefsinin arzusuna kapılmış, haset ve gurur girdabına düşmüş kimselerin hâlleriyle meşgul olunmadan; ihlâs, uhuvvet, sadakat, metanet ve sabırla bu kudsî hizmetin içinde yer almaya çalışılmalıdır.
Varsa yoksa tek hedef ve gaye bu olmalıdır.