Şu dünyada her şey bir sebebe yahut sebepler zincirine bağlanmış. Her şey kader planında takdir edilmiş olmakla beraber, her şey hikmet dairesi içinde dönüyor, oluyor, bitiyor…
Kezâ, şu âlemde tesadüfe tesadüf edilmediği gibi, âlemde tesadüfe de yer yoktur. Zerreden en büyük kürelere kadar, büyük-küçük her şey ince ve dakik hesaplarla takdir ve tayin edilmiş. Hesaplarda en ufak bir hata, en küçük bir sapma yoktur.
Netice de, burada fânî, ölümlü her mahluk bir “Hesap Günü”ne doğru gidiyor. En esaslı hesaplaşma orada olacak, herkesin hesabı orada görülecek, tartılacak; herkes ona göre ya mükâfat, ya mücâzat görecek. Dolayısıyla, buradaki herkesin hesabını-kitabını ona göre yapması, hayat ve harekâtını ona göre düzenlemesi lazım geliyor.
«
Meselenin can damarı şudur: İhlâs ve sadâkat dairesi içinde kalanlar, öncelikle üzerine düşen vazifeye bakar. Lüzumlu gördüğü hizmetler için “Niyet hayır, âkıbet hayır” diyerek harekete geçer. Gayrete gelir. Sebeplere teşebbüs eder. Ardından tevekkül ile neticeyi Cenab-ı Hakk’a bırakır.
Evet, doğru olanı budur. Yani, mü’min kişi, aslî hizmetlerle yakından alâkadar olur. Sahibiyet duygusuyla hareket eder. Üzerine düşeni en iyi şekilde yapmaya çalışır. Neticeye kafayı takmaz. Bir başka ifadeyle kafayı netice ile bozmaz. Zira, inanır ki netice doğrudan doğru Rabbimizin vazife şümûlüne girer. Ona kafayı takmak, bir nevi Allah’ın işine karışmak gibi olur ki, onun da kendine göre bir cezası, yahut bir tokadı vardır.
«
İman ve tevekkül sahibi olan bilir ki: Neticesi Allah’a ait olan bir hizmette, yahut bir mücadelede galibiyet de olabilir, mağlûbiyet de yaşanabilir. Buna göre, kul, ne galibiyetten dolayı mağrûr olup baştan çıkmalı ne de mağlûbiyetten dolayı ümitsizliğe düşüp kendini kaybetmeli.
Koca Moğol ordusunu defalarca mağlup eden Celâleddin-i Harzemşah’ın (vefatı 1231) şu sözü bu meselede çarpıcı bir misâldir: "Ben Allah’ın emriyle cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek O’nun vazifesidir." 1
Ölçü budur. Bunun aksine gidenler, yani meselâ, “Benim illâ ki bir netice almam lazım. Netice, illâ da benim dediğim ve istediğim şekilde olmalı” diye kendini neticeye şartlandıranların bu dünyada rahat etmesi yahut huzur bulması mümkün görünmüyor.
«
Hâsıl-ı kelâm: Kader ile takdir edilmiş olan bir şey, bizim arzumuza tâbi değildir. Hangi neticenin daha hayırlı olduğunu da bilemeyiz. Şüphesiz, netice doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın ilmine bağlı ve rızasına tâbidir.
Husûle gelecek olan netice karşısında, hiç kimse ne uçacak kadar sevinmeli, ne de karamsarlığa düşecek kadar kederlenip üzülmeli. Elde olmaksızın, yani irade harici olarak üzülen de, sevinen de duygusunu kontrol etmeye, hissiyatını yatıştırmaya çalışmalı. Bunu başarabildiği ölçüde rahat eder, huzura erişir.
Dipnot:
1- Lem'alar, s. 135.