Allah, insanı yaratırken her insana has, özel bir fıtrat üzerine yaratmıştır.
İfrat ve tefrit; yani aşırılık ve ketumluk, insan fıtratına sonradan, insanın nefsi, gururu, enaniyeti ve şeytanı sayesinde kazanılmıştır. Yoksa insan, vasatî, normal boyutlarda ve özelliklerde yaratılmıştır.
Yalnız şu var ki: Her insan, kendi özelliklerinin sınırlarında iyidir, rahattır ve huzurludur. Fıtratını zorlamaması gerekmektedir.
Aşırılıklar ve noksanlıklar, insana ancak fıtratına ters fiiller ve ameller işlettirir, yaptırır.
Çok konuşan, çok bilen, her konuda konuşan; konuşmakla karşısındakileri susturan insan, aslında hiçbir şey bilmiyordur. Ve hiçbir konuda da konuşmaya hakkı yoktur, olmamalıdır da…
Çok konuşan ve bilenler, herhâlde kendilerini ve hâllerini, özelliklerini bilmiyorlar ki, çok değişik hâllere düşüyorlar. Hem konuşuyorlar, hem oynuyorlar, hem de çok satıyorlar.
Çok konuşanların bazı vakitler düşünmeye ve uykuya dalmaları, sakin hâllere girmeleri ise onların caka satmalarıdır.
Yahu! Her lafı milletin ağzından alıyorsun, her konuyu biliyorsun, her şeye bilmem ne oluyorsun. Düşünsene sen nesin? Kendini nasıl bir kişilik sayıyorsun? Senden başka bilen yok mu? Yalnız sen misin?
Eğer böyle, boş tenekeden çıkan ses gibi öten, bağıra bağıra konuşan bir adama desen ki:
“Sen deli mi oldun, divâne mi oldun?”
O sana diyecektir:
“Asıl sen deli, divâne olmuşsun!”
Adam kafaya bir şey takıyor ve o taktığı şey, artık her şey oluyor. Herkes susmalı, onu dinlemeli; ondan başka kimseye tasdik ve tasvip makamında fırsat verilmemelidir.
Ezberinden bir iki beyit, bir iki paragraf… Bir iki beylik laf ile konuşanların çemberine, dairesine kendisini tam orta yerde, merkeze yerleştiriyor.
Ve ateşböceği misillü konuşmaya; kimseyi dinlemeden konuşmaya kuvvet veriyor. Meydan da, davul da, saz da artık onundur.
Kestirmeden, son olarak, netice itibariyle söyleyecek olursak:
Herkes nerede ve ne konuşacağını, nasıl konuşacağını ve kimlerle neler konuşacağını bilmeli. Hem de haddini, hududunu hesap ederek bilmelidir. Vesselâm.