Bak, bu işler içinde görünüyor ki o misilsiz zatın pek büyük bir şefkati vardır. Çünkü her musibetzedenin imdadına koşturuyor, her suâle ve matluba cevap veriyor. Hatta bak, en edna bir hâcet, en edna bir raiyetten görse, şefkatle kaza ediyor. Bir çobanın bir koyunu, bir ayağı incinse, ya merhem, ya baytar gönderiyor.
Şimdi gel, gidelim. Şu adada büyük bir içtima var; bütün memleket eşrafı orada toplanmışlar. Bak, pek büyük bir nişanı taşıyan bir yaver-i ekrem, bir nutuk okuyor. O şefkatli padişahından bir şeyler istiyor. Bütün ahali, “Evet, evet! Biz de istiyoruz” diyorlar. Onu tasdik ve te’yid ediyorlar. Şimdi dinle, bu padişahın sevgilisi diyor ki:
“Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster ve bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme; bizi huzuruna al, bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb’id ile tâzib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raiyetini başıboş bırakıp idam etme” diyor ve pek çok yalvarıyor; sen de işitiyorsun.
Acaba bu kadar şefkatli ve kudretli bir padişah, hiç mümkün müdür ki, en edna bir adamın en edna bir meramını ehemmiyetle yerine getirsin, en sevgili bir yaver-i ekreminin en güzel bir maksudunu yerine getirmesin? Hâlbuki o sevgilinin maksudu umumun da maksududur; hem padişahın marzîsi, hem merhamet ve adaletinin muktezasıdır, hem ona rahattır, ağır değil.
Bu misafirhanelerdeki muvakkat nüzhetgâhlar kadar ağır gelmez. Madem numunelerini göstermek için beş altı gün seyrangâhlara bu kadar masraf ediyor, bu memleketi kurdu; elbette hakikî hazinelerini, kemâlâtını, hünerlerini makarr-ı saltanatında öyle bir tarzda gösterecek, öyle seyrangâhlar açacak ki, akılları hayrette bırakacak.
Demek bu meydan-ı imtihanda olanlar, başıboş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar.
Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 70
LÛGATÇE:
baytar: veteriner.
edna: en basit.
içtima: toplantı, bir araya gelme.
makarr-ı saltanat: saltanat merkezi.
marzî: razı olunan,
istenilen şey.
matlub: istenilen, arzu
edilen şey.
meydan-ı imtihan: imtihan meydanı.
misilsiz: eşi benzeri olmayan.
mutî: itaatkâr.
nüzhetgâh: dinlenme,
gezinti yeri.
perverde: besleme; donatma.
raiyet: bir idarenin altında
bulunan halk.
seyrangâh: gezinti yeri,
mesire yeri.
tâzib: azap etme.
teb’id: uzaklaştırma, ayrı
bırakma.
yaver-i ekrem: en değerli ve en şerefli memur.
zeval: sona erme, bitiş.