Geçenlerde, aralarında eski bakanların da olduğu 19 isim ‘Adalet çağrısı’ başlığıyla ortak bir metin yayınladı.
Bu çağrı elbette ilgi gördü, ancak medyanın büyük ölçüde ‘kontrol altında’ olması sebebiyle çok da tartışılamadı. İktidar cenahının bu çağrıyı “duymamış gibi” yapması da ayrıca dikkat çekti. “Duymamış gibi” yaptı, çünkü duymuş olsa ya itiraz etmesi icap ederdi ya da gereğini yapması... İki tercih de işine gelmemiş olabilir.
Kim ne derse desin, Türkiye’de ciddi bir “adaletsizlik derdi” vardır. “Hak, hukuk ve adalet” denilmesinden rahatsız olan kitleler de var elbette. “Nerede adaletsizlik var ki böyle çağrılar yapılıyor?” diyenlere “El insaf!” demekten başka elden ne gelir?
Elden şu gelir: Adalet çağrılarını tekrarlamak ve hatırlatmak...
Anayasa Mahkemesi (AYM) eski Başkanı Haşim Kılıç, Millî Eğitim eski Bakanı Hüseyin Çelik, Kültür ve Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay ile akademisyenler ve hukukçuların imzası olan “Adalet çağrı”sının bir kısmı şöyle:
* Ülkemizin hukuk devletine, eksiksiz, gerçek demokrasiye kavuşması; herkesin barış içinde, özgür, onurlu ve müreffeh bir yaşam sürmesi için, iktidarı, tüm yöneticileri ve hukuk uygulayıcılarını hukukun üstünlüğü ilkesine uymaya ve adaletli olmaya çağırıyoruz.
* Mevcut gidişe seyirci kalmamak, her duyarlı yurttaşın görevi; insani ve vicdani sorumluluğudur. Çağrımız bu sorumluluğun gereğidir. Antik çağın ünlü bilginlerinden Herakleitos’un söylediği gibi “Adaletsizliği, bir yangından daha çabuk önlemek gerekir.” Bu nedenle, yöneticileri ve yetkilileri uyarmayı ertelenemez bir yurttaşlık görevi sayıyoruz.
* Hukukun ve adaletin olmadığı yerde barış ve huzur, barış ve huzurun olmadığı yerde üretim, verim, gelişme ve kalkınma olmaz. Ekonomi düzelmez, demokrasi sağlıklı yürümez. Çünkü barışın da, bereketin de temeli adalettir. Bertolt Brecht’in ünlü deyişiyle “Adalet halkın ekmeğidir”.
* Türkiye’de (...) ‘kuvvetler ayrılığı’, kuvvetler birliğine dönüşmüştür. Anayasa’nın açık hükümlerine karşın AYM (Anayasa Mahkemesi) ve AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararlarına çoklukla uyulmamaktadır. Yasaların uygulanmasında siyasi tercihler ve keyfilik egemen olmuştur.
* Makul gerekçelerden yoksun tutukluluklar, (...) AİHM’nin kararlarını görmezden gelmek, kayyım atamaları ve KHK gibi uygulamalar anayasayı, uluslararası hukuku ve insan haklarını doğrudan ihlal etmektedir. (...)
*Devlete yapılabilecek en büyük kötülük, hukukun işleyişine siyasetin ayrımcı biçimde müdahale etmesidir. (...)
* İlk yapılması gereken, kuvvetler ayrılığı ilkesine gerçeklik kazandırmak, devlet organları arasında denge ve denetimin sağlandığı bir yönetim biçimine geçmektir. (...)
* Tutuklama ceza değil, belirli şartlarda uygulanabilecek bir önlemdir; cezalandırma amacı taşıyan tutuklama ve adli kontrol uygulamalarına son verilmelidir. (...)
* (...) O nedenle herkesi, iktidarı ve muhalefetiyle tüm siyasi tarafları, hukukun üstünlüğü ve adalet ilkesini yüksekte tutmaya, hukuka ve adalete bağlı kalmaya çağırıyoruz. Çağrımızı tüm duyarlı yurttaşlarımızın bilgi ve katılımı için kamuoyuna saygıyla sunarız.
Böylece özetlenebilecek “Adalet çağrısı” için Türkiye’yi idare edenler “Bizi ilgilendirmez” diyebilir mi?