1964’te henüz kırk yaşında iken Adalet Partisi Genel Başkanı olan Süleyman Demirel, 10 Ekim 1965’te yapılan genel seçimlerde partisini iktidara taşımayı başardı.
Ne var ki, onun karşısında güçlü, yorucu ve hatta yıpratıcı bir muhalefet vardı. Siyasî muhalefetin başında “Millî Şef” olarak kabul edilen CHP Genel Başkanı İsmet Paşa vardı. Askerî muhalefetin başında ise, 27 Mayıs (1960) darbecilerinden Org. Cemal Tural geliyordu. (Bilâhare Genelkurmay Başkanı yapıldı.)
İsmet Paşa’nın siyasî misyonu belliydi: Demokrasiyi hazmedemediği gibi, Demokratlara ve Nur Talebelerine karşı da derin bir husûmeti vardı. Bu sebeple darbecilerle arası iyiydi.
Gelelim, ortalığı karıştırıp duran Tural Paşa’ya…
Cemal Tural, 27 Mayıs Darbesi esnasında Diyarbakır'da 7. Kolordu Komutanlığı görevini yürütüyordu. Bu görevde iken, 800 km'lik Türkiye-Suriye sınırına mayın döşenmesi işi ona ihale edilmişti. Darbeden sonra, Doğu ve Güneydoğu Bölgesinden 483 kanaat önderini (âlim, ağa, müderris, şeyh…) toplayıp işkenceli Sivas Toplama Kampına gönderme işi yine ona yaptırılmıştı. Üstad Bediüzzaman'ın talebelerinden emekli Yüzbaşı Mehmet Kayalar'a karşı amansız bir kin ve düşmanlık besliyordu.
İşte, darbenin bir maşası olan bu paşa, bilâhare 2. Ordu Komutanlığı, 22 Ağustos 1964’te Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 16 Mart 1966’da ise Genelkurmay Başkanlığı makamına atandı.
Cemal Tural (1905-1981), silâhlı kuvvetlerin başına gelir gelmez, Risale-i Nur hareketine karşı amansız bir mücadelenin başlatılmasını istedi. Orduya “Nurculuk tehlikesi birliklere anlatılsın” tamimini gönderdi. (Bkz: 15 Nisan 1966 tarihli ön emir)
Bir taraftan da gazetelere beyanat veriyordu. O tarihte Hürriyet'te çıkan bir haberde “Bütün Nurcuları bir adaya toplayıp üzerlerine kibrit suyu dökerek yakacaksın” diyordu.
(NOT: Org. Cemal Tural 11 Mart 1969’da Genelkurmay Başkanlığı görevinden alındı; yerine, Org. Memduh Tağmaç getirildi.)
«
Ana muhalefet lideri İsmet Paşa, Org. Cemal Tural’ın Said Nursî ve Nurculuk ile ilgili açıklamaları hakkında taze Başbakan Süleyman Demirel’i köşeye sıkıştırmak için onu konuşmaya, cevap vermeye, yani TSK’nın başı ile polemiğe girmeye zorluyordu.
Bir gün Cumhuriyet vb. gazetelerin manşetini süsleyen şöyle bir haber çıktı: “İsmet İnönü soruyor: Demirel, Said Nursî’nin halifesi midir?”
Gazete arşivlerinde yer alan bu meselenin aslını biz ayrıca Demirel’in kendisinden dinledik. 1985’te yirmi kadar personel arkadaşlarımızla birlikte Tuzla’daki yazlığında ziyaret ettiğimizde, sohbet konusu buraya gelince şunları anlattı:
“Sabah gazeteleri okurken, baktım, bazıları manşetten olmak üzere muhalif gazetelerin çoğu bunu haber yapmış: ‘İsmet Paşa soruyor: Demirel, Said Nursî’nin halifesi midir?’ diye.

12 Mart 1969 tarihli "Babıali'de Sabah" gazetesinin manşeti.
“Ben de daha yeni Başbakan olmuşum. Ama biliyorum, gazeteciler bunu ısrarla soracaklar. Cevabını düşündüm. ‘Hayır, değilim’ desem, Nur Talebeleri gücenebilir. ‘Evet, halifesiyim’ desem, mesele başka bir şekle girecek; polemikler olacak, vesaire…
“Evden çıkar çıkmaz, gazeteciler etrafımı sardılar. İlk olarak bu konu açtılar. ‘Paşa’nın sorusuna cevabınız nedir?’ diye sordular.
“Allah’tan ben hazırlıklıydım. Hiç tereddüt eseri dahi göstermeden şu cevabı verdim: ‘İsmet Paşa, hayli yaşlandığı için ne dediğini bilmiyor. Bunamış olmalı ki, bu tür şeyleri zırvalayıp duruyor. Şayet bunamamış olsaydı, 3 Mart 1924’te kendi hükümetleri döneminde Hilâfetin kaldırıldığını hatırlayacaktı. Kendileri kaldırmış; ama bunu hatırlamıyor. Yani, Türkiye’de Hilafelik mi var ki, halife olsun?’”
Demirel’in bu susturucu, ilzam edici cevabının ardından, polemik devam etmedi, konu da böylelikle kapanmış oldu.
(Devamı var)