Tam da İran’la ABD arasında 15 Haziran’da Umman’da yapılacak altıncı nükleer enerji görüşmelerinden iki gün önce İsrail’in -Trump’un tahrikiyle- İran’a saldırısına bahane edilen “nükleer silah” yalanı bir defa daha açığa çıkıyor.
Zira İran’ın “nükleer enerji programı” başta Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA) olmak üzere beynelmilel kurumların denetiminde ve İran’ın nükleer silâh edindiğine dair bir belge yok. Bunu bile bile Şam’ın düşmesinde Suriye’nin topyekûn silâh ve savunma mekânizmasını bombalayıp tahrip eden İsrail’in İran’ın nükleer enerji kapasitesini, silâh envanterini, petrol ve doğalgaz tesislerini bombalamasına “gerekçeler” uyduruluyor.
Çarpık olanı, her fırsatta Gazze soykırımcısı “İsrail’in arkasında oldukları”nı bildiren başta ABD, İngiltere ve Fransa olmak üzere her biri yüzlerce nükleer silâh başlığına sahip işgalci emperyal devletlerin şımartıp sağa sola saldırttıkları ve hâlen 90, hatta 200-400 arası nükleer başlığı olan İsrail’in İran’ın “nükleer enerji hakkı”nı sorgulaması...
İRAN’IN MEŞRU “ENERJİ VE SAVUNMA HAKKI”
Belli ki İsrail ve küresel hâmileri, İran’ın “nükleer enerji geliştirme”sini ve “nükleer anlaşma” yapmasını istemiyor; dezenformasyonlarla, asparagaslarla caydırma stratejisi uyguluyor. Ve İsrail’in saldırganlığına sahte “gerekçeler” üretiliyor. Daha ilk saldırıda İranlı komutanların yanısıra nükleer müzâkere heyeti delegeleriyle araştırmacı bilim adamlarının suikastla katledilmeleriyle attıkları iftiranın algı operasyonu yapılıyor.
Oysa Birleşmiş Milletler (BM) Temel Nükleer Silah Kontrolü Anlaşması’nın (NPT) 4. Maddesine göre, uranyumu zenginleştirmeyle nükleer enerjiyi geliştirme hakkına sahip İran’ın “nükleer silâh imali”ne dair UAEA ile uluslararası denetim raporlarında hiçbir delil yok. Kaldı ki İran baştan beri bütün nükleer tesisleri UAEA ile bütün uluslararası denetime açarken, nükleer silahı olan İsrail BM’nin Nükleer Silah Kontrol Anlaşması’nı imzalamamış.
Neticede, BM Şartı’nın 51. Maddesi, üye ülkelere “silahlı saldırıya hedef olması halinde meşru müdafaa hakkı tanıyor”; ve “Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya kadar tabiî olan ortak meşru savunma hakkına halel getirilmeyeceği”ni esas alıyor. BM’nin bu şartına bağlı olarak öncelikle uranyumu zenginleştirme ve nükleer enerjisini geliştirme hakkını kullanan İran, siyonist saldırıya karşı kendini koruma hakkıyla misilleme meşruiyetiyle hukukunu koruyor.
Bu çarpıklık, ABD ve İngiltere’nin işgal ortaklarıyla on iki yıl ambargoyla tüketip Nisan 2003’de iki milyon insanın katledildiği, hazinesini, maddî ve mânevî varlığını talân ettikleri, petrol ve enerji kaynaklarını yağmalayıp uluslararası Yahudî şirketlere peşkeşle hortumlattıkları Irak’ın işgalinde ortaya attıkları, ancak dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın sekiz yıl sonra itiraf ettiği “kitle imha silâhı” yalanına benziyor.
SAVAŞ FİTNESİ ATEŞLENİYOR…
Görünen o ki yine ortada bir yalan çarkı dönüyor. Saldırganlığın bütün bahaneleri çöktüğünden Siyonist mihraklarca bir yığın yalan dolanla “caydırma stratejisi” uygulanıyor.
Tevrat’ı tahrifle kendilerini bütün insanlığın üstünde gören kibirli Yahudî lobileriyle “küresel hizmetçileri” Evanjelik mahfiller son kertede yine “nükleer yalan”a başvuruyor. Saldırıya her türlü silâh, mühimmat, istihbarat desteğini veren Trump’un, İsrail’in zora girmesi üzerine “İran nükleer silâha sahip olamaz” çarkıyla savaş fitnesini ateşlemesi bundan.
Gerçekten, mülteci kamplarını, ekmek dağıtım noktalarını bombalayan bebek katili zâlim ve haydut İsrail’in “nükleer silâh”ı var da neden tehdit altındaki İran’ın olmasın? Lübnan’dan Suriye’ye, Irak’tan İran’a bütün komşularını ve bölge ülkelerini vuran dokuz milyonluk İsrail’de olan “nükleer başlıklar” neden doksan milyonluk İran’da olmasın!
AKP hükûmetlerinde, otoriter rejimde İsrail’le her türlü ticareti kat kat ilerletmekle Türkiye’yi “stratejik ortak” haline getiren Saray iktidarı, “itidal tavsiyesi” yerine uluslararası alanda bu çirkin çifte standarda dikkat çekmeli; Müslüman komşu İran’ın hakkını ve hukukunu savunmalı.