Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman vesaire gibi tecelli-i timsal akislere mahal ve mazhar olan çok şeyler vardır. Maddiyât-ı kesîfenin timsalleri hem münfasıl, hem ölü hükmündedirler; çünkü asıllarına gayr oldukları gibi, asıllarının hâsiyetlerinden de mahrumdurlar. Nurânîlerin timsalleri ise asıllarıyla muttasıl ve asıllarının hâsiyetlerine mâlik ve asıllarına gayr değillerdir.
Binaenaleyh, Cenab-ı Hak, şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsa idi, senin elindeki âyinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı. Çünkü o timsalinde oldukça, harareti, ziyası, renkleri olurdu; hararetiyle hayat bulurdu, ziyasıyla şuurlu olurdu, renkleriyle de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi. Bu sırra binaendir ki, Resul-i Ekrem (asm) kendisine okunan bütün salâvat-ı şerifeye bir anda vâkıf olur.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
“Sübhanallah” ve “Elhamdülillah” cümleleri Cenab-ı Hakk’ı Celâl ve Cemal sıfatlarıyla zımnen tavsif ediyorlar. Celâl sıfatını tazammun eden “Sübhanallah” abdin ve mahlûkun Allah’tan baîd olduklarına nâzırdır. Cemal sıfatını içine alan “Elhamdülillah” Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle abde ve mahlûkata karîb olduğuna işarettir.
Meselâ, biri kurb, diğeri bu’d olmak üzere, bize nâzır, şemsin iki ciheti vardır. Kurb cihetiyle hararet ve ziyayı veriyor, bu’d cihetiyle insanların mazarratlarından tâhir ve sâfî kalıyor. Bu itibarla, insan şemse karşı yalnız kabil olabilir, fâil ve müessir olamaz.
Kezalik, bilâteşbih, Cenab-ı Hak rahmetiyle bize karîb olduğu cihetle O’na hamd ediyoruz; biz O’ndan uzak olduğumuz cihetle O’nu tesbih ediyoruz. Binaenaleyh, rahmetiyle kurbüne bakarken hamd et, Ondan baîd olduğuna bakarken tesbih et. Fakat her iki makamı karıştırma ve her iki nazarı birleştirme ki, hak ve istikamet mültebis olmasın. Lâkin iltibas ve mezc olmadığı takdirde, her iki makamı ve her iki nazarı hem tebdil, hem cem’ edebilirsin. Evet, “Sübhânallahi ve bihamdihî” her iki makamı cem’ eden bir cümledir.
Mesnevî-i Nuriye, Habbe, s. 138
LÛGATÇE:
abd: Kul.
âlem-i misal: Görüntüler âlemi, varlıkların kendilerinin değil de sûretlerinin, görünüşlerinin bulunduğu âlem.
baîd: Uzak, ırak.
bilâteşbih: Benzetmeksizin.
bu’d: Uzaklık, uzak olma.
gayr: Başka, diğer.
hâsiyet: Özellik, nitelik.
iltibas: Karıştırmak.
kàbil: Kabul eden; başkasına ait şeyi gösterme yeteneğinde olan.
karîb: Yakın.
kurb: Yakınlık.
maddiyât-ı kesîfe: Katı maddeler, yoğun maddeler.
mezc: Katma, karıştırma.
muttasıl: Bitişik.
mültebis: Karışık, şüpheli, bulanık.
münfasıl: Birbirinden ayrılmış, bitişik olmayan, ayrı duran.
tecelli-i timsal: Suretlerin tecellisi, görüntüsü.
zımnen: Açıktan olmayarak, dolayısıyla, üstü kapalı olarak, kapalı bir şekilde.