bu adî midenin hâl diliyle beka duasını kabul edip nihayetsiz mu’cizatlı maddî taamlar ile onu minnettar ederek, her vakit tesadüfsüz, kasdî olarak fiilen cevap veren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Kerîm, kâinatın en ehemmiyetli neticesi ve arzın halifesi ve o Hâlık’ın güzidesi ve perestişkârı olan nev-i insanın insaniyet mide-i kübrâsı ile küllî ve yüksek ve daima arzu ettiği ve ünsiyet ettiği ve fıtraten istediği cismanî lezzetleri, dâr-ı bekada verilmesine dair hadsiz umûmî duaları kabul olmasın ve haşr-i cismanî ile fiilen cevap verilmesin; onu ebedî minnettar etmesin? Adeta sineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin ve adî bir neferin kemâl-i ehemmiyetle teçhizatına baksın, orduya hiç bakmasın, ehemmiyet vermesin. Bu, yüz derece muhal ve bâtıldır.
Evet, [“Orada canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı her şey vardır.” (Zuhruf Suresi: 71.)] ayetinin sarahat-i kat’iyesiyle, insan en ziyade ünsiyet ettiği ve dünyada nümunesini tatmış olduğu cismanî lezzetleri Cennet’e lâyık bir tarzda görecek, tadacak ve lisan, göz ve kulak gibi âzâların ettikleri halis şükürler ve hususî ibadetlerin mükâfatları o uzuvlara mahsus cismanî lezzetler ile verilecektir. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan o derece cismanî lezzetleri sarih bir surette beyan eder ki, başka teviller ile mana-yı zâhirîyi kabul etmemek imkân haricindedir.
İşte iman-ı ahiretin meyveleri ve neticeleri gösteriyorlar ki; nasıl ki, a’zâ-yı insanîden midenin hakikati ve ihtiyâcâtı, taamların vücuduna kat’î delâlet eder; öyle de, insanın hakikati ve kemâlâtı ve fıtrî ihtiyâcâtı ve ebedî arzuları ve iman-ı ahiretin mezkûr netice ve faydalarını isteyen hakikatleri ve istidatları, daha kat’î olarak ahirete ve Cennet’e ve cismanî bâkî lezzetlere delâlet ve tahakkuklarına şehadet ettiği gibi; bu kâinatın hakikat-i kemâlâtı ve manidar tekvînî âyâtı ve insaniyetin mezkûr hakikatler ile alâkadar bütün hakikatleri, dâr-ı ahiretin vücuduna ve tahakkukuna ve haşrin gelmesine ve Cennet ve Cehennem’in açılmasına delâlet ve şehadet ettiklerini, Risale-i Nur eczâları ve bilhassa Onuncu ve Yirmi Sekizinci (iki makamı), Yirmi Dokuzuncu sözler ve Dokuzuncu Şua ve Münâcât risaleleri hüccetlerle parlak ve şüphe bırakmaz bir tarzda ispat etmişler. Onlara havale ederek bu uzun kıssayı kısa kesiyoruz.
Asa-yı Musa, s. 57