Eski arkadaşlarımızdan bir adamın, bir adama karşı adaveti vardı. O adamın yanında senakârâne onun düşmanı amel-i salihle, hatta velâyetle tavsif edildi. O adam kıskanmadı, sıkılmadı. Sonra birisi dedi:
“Senin o düşmanın cesurdur, kuvvetlidir.”
Baktık ki, o adamda şiddetli bir kıskançlık ve bir rekabet damarı uyandı. Ona dedik:
“Velâyet ve salâhat hadsiz bir hayat-ı ebediyenin pırlantası gibi bir kuvvet ve bir yüksekliktir. Sen buna bu cihette kıskanmadın. Dünyevî kuvvet öküzde ve cesaret canavarda dahi bulunmakla beraber, velâyet ve salâhate nisbeten, bir adi cam parçasının elmasa nisbeti gibidir.”
O adam dedi ki:
“Bir noktaya, bir makama ikimiz bu dünyada gözümüzü dikmişiz. Oraya çıkmak için basamaklarımız da kuvvet ve cesaret gibi şeylerdir. Onun için kıskandım. Ahiret makamatı hadsizdir. O, burada benim düşmanım iken, orada benim samimî ve sevgili kardeşim olabilir.”
Ey ehl-i hakikat ve tarikat!
Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor? Vazifenizde müttehem olup, ehl-i dalâletin nazarında, sizden ve sizin mesleğinizden yüz derece aşağı olan “din ile dünyayı kazanmak ve ilm-i hakikatle maişeti temin etmek, tamah ve hırs yolunda rekabet etmek” gibi müthiş ithamlara maruz kalıyorsunuz?
Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini itham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslektaşına taraftar olmak...
Lem’alar, Yirminci Lem’a, s. 271
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Bütün zahmetleri, sıkıntıları hiçe indiren hakikat
Aziz, Sıddık Kardeşlerim ve Hapis Arkadaşlarım!
Evvelâ: Sureten görüşmediğimizden merak etmeyiniz. Bizler manen her zaman görüşüyoruz. Benim ehemmiyetsiz şahsıma bedel, Nurdan elinize geçen hangi risaleyi okusanız veya dinleseniz, benim adi şahsım yerine, Kur’ân’ın bir hâdimi haysiyetiyle benimle o risale içinde sohbet edersiniz. Zaten ben de sizinle bütün dualarımda ve yazılarınızda ve alâkanızda hayalimde görüşüyorum ve bir dairede beraber bulunmamızdan her vakit görüşüyoruz gibidir.
Sâniyen: Bu yeni Medrese-i Yusufiyedeki Risale-i Nur’un yeni talebelerine deriz: Kuvvetli hüccetlerle, hatta ehl-i vukufu da teslime mecbur eden işârât-ı Kur’âniye ile, “Nurun sadık şakirdleri iman ile kabre girecekler. Hem, şirket-i maneviye-i Nuriyenin feyziyle, herbir şakird, derecesine göre umum kardeşlerinin manevî kazançlarına ve dualarına hissedar olur. Güya, âdeta binler dil ile istiğfar eder, ibadet eder.” Bu iki fayda ve netice, bu acib zamanda bütün zahmetleri, sıkıntıları hiçe indirir; pek çok ucuz olarak o iki kıymettar kârları sadık müşterilerine verir.
Said Nursî
B. S. N. Tarihçe-i Hayatı, Afyon Hayatı, s. 598