Saadetimiz olan meşrutiyet-i meşrua, bir menba-ı hayat-ı içtimaiyemiz ve İslâmiyete uygun olan maarif-i cedideye, millet nihayet derecede müştak ve susamış olduğu halde, bu hâdisede ifratperver olanlar meşrutiyete garazlar karıştırmakla ve fikren münevver olanlar da dinsizce harekât-ı lâubaliyâne ile milletin rağbetine karşı, maatteessüf, set çektiler. Bu seddi çekenler, ref' etmelidirler. Vatan namına rica olunur.
Ey paşalar, zabitler! Bu on bir buçuk cinayetin şahitleri binlerle adamdır. Belki, bazılarına İstanbul’un yarısı şahittir. Bu on bir buçuk cinayetin cezasına rıza ile beraber on bir buçuk sualime de cevap isterim.
İşte bu seyyiatıma bedel bir hasenem de var, söyleyeceğim:
Herkesin şevkini kıran ve neşesini kaçıran ve ağrazlar ve taraftarlıklar hissini uyandıran ve sebeb-i tefrika olan ırkçılık cemiyat-ı akvamiye teşkiline sebebiyet veren ve ismi meşrutiyet ve manası istibdat olan ve İttihat ve Terakki ismini de lekedar eden buradaki şube-i müstebidâneye muhalefet ettim.
Herkesin bir fikri var. İşte: Sulh-u umûmî, aff-ı umûmî ve ref'-i imtiyaz lâzım. Tâ ki, biri bir imtiyaz ile başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın. Fahr olmasın, derim: Biz ki hakikî Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz. Zira biliyoruz ki, "En büyük hile, hileleri terk etmektedir."
Fakat meşru, hakikî meşrutiyetin müsemmasına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım.
Fikrimce meşrutiyetin düşmanı, meşrutiyeti gaddar, çirkin ve hilâf-ı Şeriat göstermekle, meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir. “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.”
Tarihçe-i Hayat, s. 81-82